Bu yazının başlığına “Füzyon Mutfağının Dili Türkçe” demeyi uygun buldum. Çünkü dünyadaki belli başlı diller arasında belki de en fazla füzyon denemesinin yapıldığı bir dil olarak Türkçe yer alıyor desem sanırım yanılmış olmam.
Füzyon mutfağı bazı abartılı, alakasız durumlar haricinde katlanılabilecek ve zevk alınabilecek bir durum iken, füzyon Türkçesi ise tamamen dillere bir tepki olarak karşımızda yer almaktadır.
Kesinlikle füzyon mutfağına karşı birisi olduğum söylenemez. Bilakis mantık çerçevesinde deneyler, araştırmalar yapmak geliştirmenin dolayısıyla ilerleyebilmenin en önemli ön şartından sadece iki tanesidir. Peki, ya en önemlisi nedir diyenler olacaktır. Bu da bence merak etmek, düşünmek ve hayal etmek diye sıralanabilir. Ancak füzyon Türkçesi kullananlar için bu şeyleri söyleyemeyeceğim. Onlar daha çok kendi boşluklarında çevresel faktörlerin etkisiyle birleşen teknolojik şartların altında ezilmiş bir vaziyette, kayıp ettikleri ya da asla sahip olamadıkları bazı şeylerin arayışı içindeymişler gibi düşündürtüyorlar. Belki de bu yüzden anlayışı ve hoşgörüyü gerçek manada hak ediyorlar.
Her insan gibi evet onlarda saygıyı elbette hak ediyorlar etmelerine ancak eğer bu bir dili kasıtlı bir şekilde yozlaştırıp, toplumu ve onun nesillerini dolayısı ile kültürlerini bir şekilde olumsuz etkilemelerine rağmen olabilir mi?
Peki, bazıları da bunları yaparken toplumun belli bir kısmını ve onların kültürlerini aşağılayarak geleneklerine bağlı kalanları hor gören bir tavır ile yaparsa yine de itibar görmeye devam ederler miydi? Eldeki verilere göre bir şekilde popüler olarak yine de belli bir kesimde prim yapmaya devam edebilirlerdi.
Bu yıl Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmi dil kabul edişinin 743. Yıl dönümü. Hepimize kutlu olsun. Bundan mütevellit bu yazı ile dilimizin, kültürümüz için ne derecede bir öneme sahip olduğunu irdelemeye çalışacağım.
Muhakkak ki Türk dilindeki olası yozlaşmanın dolaylı olarak başka konulara da etki ettiği yadsınamaz bir gerçektir. İşte bunlardan biriside Türk mutfak kültürüdür. Dildeki özenti akımının Türk mutfağına da büyük bir zarar verdiği aşikârdır. Bu zararlar hakkında her ne kadar duyarsız ve bilinçsizde olsak görmezden gelinmesi imkânsızdır. Kendi başına başlıca bir değer olan Türk mutfağını dünyanın diğer önde gösterilen mutfaklarının bir parçasıymış gibi algılanmasına ve dahi bunlar ile kıyas edilmesine yol açan nedenlerin başında elbette bu durumların en önemli müsebbipleri olan kişiler olarak bizler varız. Bizler varız çünkü elimizdeki değeri yıllarca görmezden gelerek başka mutfak akımları peşinde özenti bir şekilde kendi mutfak kültürümüzü bir kenara bırakarak koşmuşuz. Koşmak yetmemiş o terimleri kendi mutfak kültürümüze de yerleştirmek için büyük çabalar harcamışız. Bunun sonucunda da dolaylı olarak mutfak kültürümüzde belli bir yozlaşmayla beraber zaman kaybı yaşamışız. Zaman kaybı olarak nitelendiriyorum çünkü bu özenti anlayışı birçok kişinin Türk mutfağını bir kenara atarak başka mutfaklar üzerine uzun yıllar boyunca enerjilerini harcamalarına sebebiyet vermiştir.
Türk mutfağı içinde de yer edindirilen yabancı mutfak terimlerinin Türkçe karşılıklarının kullanılmasının, kendilerini sektörde otorite sananlarca hor karşılanması ve bunlar nezdinde yabancı terimler kadar popüler bir şekilde karşılık bulmaması da bu yozlaşma içindeki sebeplerden sadece biri olarak yer almaktadır. Bu anlayış birçoğumuzu kendi öz mutfağımıza değer vermektense popüler ve başarılı olabilmek adına başka alanlarda çalışmalar yapmaya mecbur bırakarak sevk etmiştir. Tabi ki bu tek taraflı olarak yaşanmamıştır. Bu ve benzer özenti akımlar ile birleşen yabancı mutfaklar modası medyanın gücü ile toplumda belirli bir yer edindirilmesine büyük derecede bir katkı sağlamıştır. İşte yabancı mutfaklara olan bu faydalar ve sağlanan katkılar aynı ölçüde Türk mutfağına da zarar vermiş, yabancı mutfaklar karşısında öz mutfağımızı itibarsızlaştırmıştır. Buda Türk mutfağı şeflerini belli bir dönem genel olarak yabancı mutfaklar ve şefleri karşısında gerek toplumda gerekse sektörde değer bulamamalarına vesile olmuştur. Kimisi buna bahane olarak Türk şeflerinin yabancı dil öğrenmediklerini gösterebilir. Ya da yabancı şeflere oranla Türk şeflerinin daha çok klasik bir çizgide kalarak kendilerini hiç geliştirmedikleri bahanesi ile önyargı besleyebilirler. Ancak yine de klasik Fransız mutfağına olan hayranlıklarını tüm bu çelişkilere rağmen dile getirebilirler. Yani onlara göre bir Fransız şef kendi klasik mutfağına son derece bağlı olarak, Fransızcadan başka bir dili konuşmak bir kenara öğrenmek dahi istemeyerek bu anlayıştaki kişilerin yüksek takdirlerini kazanabilir. Ancak mesele bir Türk şefine geldiğinde ise bu süreçlerin böyle anlayışa sahip kişilerce tamamen farklı bir şekilde gelişmesi doğal karşılanabilecek bir durumun göstergesidir. Ancak bu durum sadece kendileriyle çelişmekte olan önyargıları aşamamış sosyetik özenti bir anlayışın zaman zaman toplum içinde zaman zaman ise toplum dışında tezahür edebilmesiyle görülebilen saygısızca bir tutumdur.
Belki de Fransız ihtilalinin, Fransız olmayanlarda bıraktığı etkilerin dışa vurumu olarak da bunu değerlendirmek mümkün olabilir. Aşırı derecede olan yabancı hayranlığının beraberinde getirdiği kendine olan aşırı güvensizlikle beraber taklit etmeyi ve kopyalamayı doğru sayanlarla birlikte, özgün kültürün korunması bir kenara yok olmaya sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır. Ancak yine de buna rağmen medeni ve çağdaş olabilmenin şartının kendi öz değerlerini yozlaştırtmaktan geçtiğini sanarak, kendi değerleriyle düşman olan bir anlayışın nedenlerini açıklamaya çalışmak herhalde oldukça dikkat çekebilecek bir sosyoloji tezi konusu da olabilir.
Bu ahval içinde eskiye nazaran henüz yeni yeni Türk mutfağının da dünyada ilgi çekmeye başlamasıyla Türkiye’de de eskisine göre öz mutfağımız daha bir önem kazanmaktadır diyebiliriz. Başta dünyada sonra da Türkiye’de daha fazla tanınmaya ve değer görmeye başlasa da Türkiye’de Türk mutfağı adı altında alakasız ve mutfak kültürümüze oldukça zarar veren çalışmalar yapıldığı da bir gerçektir. Kendi öz yeme-içme kültürümüze ait yemek isimlerini anlamsız şekilde başka dillere tercüme etmeye çalışma özentimiz buna başlıca sebepler arasında olarak gösterilebilir. Yine de tek neden elbette bu olamaz.
Kendimize özgü binlerce yıllık yöresel yemeklerimizin reçeteleri içinde kullanılan ürünleri başka ülkelere aitmiş gibi tescilleyenleri onaylayanlar, bunlara tepkisiz kalanlar yine bizlerin içinde sektörde güya yer edinmiş olan kişilerdir. Tabi ki binlerce yıllık öz Türkçe ürünlerinin adlarının önüne başka ülkelerin adlarını koymak suretiyle sanki gerçek manada da onlara aitmiş gibi kitaplarda yazılması da bize bahane olamaz. Yine aynı çalışmaların Türkçe haricinde çeşitli yabancı dünya dillerine tercüme etmek suretiyle binlerce yıllık ürünlerimizi yabancılara özgü bir şekilde adlandırıp dünyaya tanıtılması ve bununda sanki bizlerce kabul ediliyormuş havasında yapılması da başlı başına bizlerin başarısızlığına sebep olarak gösterilemez. İlginçtir ki bunu yapanlar yaptıkları kitabı Türkiye'de Türkçe olarak pazarlamamaktadırlar. Bu nedenden ötürü beklide birçok kişi yabancı medyanın kitap hakkındaki övgü dolu yönlendirmelerinin bir esiri olarak kitabın içeriğini okumadan fikir edinebilmektedir. Türk mutfağının pazarlamasındaki bariz başarısızlığımıza bahane olarak işte bu saydıklarım başlı başına nedenler olarak asla gösterilemez. Elbette bunlarında Türk mutfağı ustası olarak sektörde ve toplumda değer verdiğimiz kişilerce yapılmakta olması da her ne kadar büyük bir çelişki teşkil ediyor gibi görünse de yine de Türk mutfağı gibi bir mutfağın neden şuan hala olduğu yerde olduğuna bir bahane olamaz.
Kendileriyle çelişkili çalışmalara, toplumda ve dünyada etkili lobi faaliyetleri ile hak ettiğinden fazlaca değerli gösterilmektedir. Lobiler aracılığı ile, medya ile yapılan yönlendirmeleri asla yabana atamayız. Çünkü bu şekilde aslında çokta değerli olmayan ürünleri topluma yüksek değerliymiş gibi göstermek çok kolaydır. Öyle ki yurt dışındaki bu tarz lobi faaliyetlerinin yurt içinde getirdiği sonuçta bilgi edinmeden ve okumadan fikir edinmek ile neticelenmesidir. Söz konusu ürünlerimizin yabancı dillere dahi Türkçe olarak yerleşmiş olmalarına rağmen böylesi adımlar atılabilmektedir. Hatta bu kelimelerin etimolojisinin yabancı kaynaklarda dahi tamamen Türkçe olarak yer bulmasına rağmen; böylesi çabaları nereye koyarak ve neresinden tutarak açıklayabiliriz diye düşünmekteyim. Bu konular beni oldukça derin düşüncelere sevk etmekle beraber, bunların üzerine toplum olarak da düşünerek bilinçlenerek detaylı araştırmalar ve analizler yapmamız gerekmektedir. Popüler görünen bir şeyin gerçek manada bu popülerliği hak ettiğinin söylenebileceği kadar, özellikle günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle ilgili alakasız birçok saçmalıklarla beraber popülerlik elde edildiği gerçeğini de asla unutmamak gerekir. Gidişatı okuyabilenler açısından bu durumların belli zaruretler doğurduğu hususu son derece açık bir şekilde ortadadır. En büyük zaruret ise neye, nasıl ve ne derecede önem vererek değerli göreceğimizi iyi belirlememiz gerektiği hususudur. Bu anlayışı kendi kültürümüz ve değerlerimiz çerçevesinde gelecek nesillere aktarabilirsek, toplumumuzda bilinçli bir şekilde biçimlenerek öz benliğine sahip çıkacaktır. Bu her alanda böyle olduğu gibi mutfak kültürümüz içinde hiç şüphesiz böyledir.
Her ne kadar bu yazının yukarıdaki uzun girişi daha çok sonuç açıklaması gibi olsa da bu yazının geri kalanında mesleğin dışında olan ancak dolaylı olarak yukarıdaki sonuçları doğuran konulara değinmeye çalışacağım. Hatta daha da derin analizler gerektirebilecek konulardaki fikir ve düşüncelerimi yüzeysel olarak herkesin anlayabileceği bir şekilde anlatarak geçmeye çalışacağım.
Binlerce yıllık geçmişiyle Türk dili, milli kültürün birçok farklı medeniyetlerle birlikte ortak ifade aracı olmuştur. Gelişen teknoloji beraberinde günlük hayatımız içinde sınırsız avantajlar getirdiği kadar kültürümüz içinde ise bazı yozlaşmalara neden olabilmektedir. İşte bu yozlaşmaların önüne geçebilmek ve bunları olabildiğince asgariye indirgeyebilmek adına Türkçenin günlük hayatta mümkün olduğunca doğru kullanımını teşvik etmek büyük bir önem arz etmektedir.
Özellikle gelecek yeni nesillerin Türkçe konuşurken kurmakta oldukları cümlelerin arasına yabancı kelimeler katmaya çok hevesli olduklarını gözlemlemekteyiz. Bu tarz isteklerinin nedenlerini inceleyerek analiz ettiğimizde ise birçoğunun kendilerinin çok daha entelektüel veya bilgili olduklarını karşısındakilere gösterebilmek düşüncesiyle böyle hareket ettiği sonucuna ulaşabilmemiz mümkündür.
Maalesef Türkçeyi mümkün olduğunca yabancı kelimeler ile katlederek konuşmanın ya da yazmanın toplum içinde bazı kişileri sanki çok daha fazla saygın kişilikler yaptığı anlayışı bulunmaktadır. Günümüzde bazılarının eğitim seviyelerinin ve yabancı dil konusunda var olduğunu sandıkları yüksek bilgilerinin ispatının ön şartı gibi gördükleri bu durum, aslında Türkçenin belli bir kesim tarafından topluma yozlaştırılmış bir şekilde dayatılmaya çalışılmakta olduğunu bize özetlemektedir.
Türkçe ya da herhangi bir dili konuşurken aralara ilgili ilgisiz kasıtlı bir şekilde katmakta olduğumuz başka dillerden yabancı kelimeler ile doğru bir dili konuşmakta olduğumuz asla söylenemez. Genelde toplum içinde Türkçe konuşanlar arasında şahit olduğumuz bu ve benzer durumlar, böylesi kasıtlı anlayışları ile dilleri bilinçli bir şekilde bozmayı amaçlamaktadır. Hatta bu kişiler bu tarz kasıtlı eylemlerini çeşitli iletişim araçları ile bir moda haline dönüştürerek eğlenceli bir hava oluşturabilmektedirler. Toplum içinde ise bazılarının bu modalara kapılmak suretiyle böylesi yozlaşmalar içerisinde yer edindikleri görülmektedir. İşte bu suretle bilinçsiz bir şekilde hem bozuk hem de çarpık söylemler ile beraber hareket ettikleri ister istemez anlaşılmaktadır. Bu durum ise bilinçli toplumlar içinde sadece cehaletin bir dışa vurumu olarak kendisine yer bulabilmektedir.
Her ne kadar böylesi çarpıklıklar günümüzde birçok kişi tarafından karşılık buluyor ve sahiplerine de pirim yaptırtıyor gibi görünse de aslında bu durum bilinçli toplumlar arasında tam tersidir. Mutlak suretle gelecekte de tam tersi olmaya devam edecektir.
Tabi ki bu düşüncelerim yurt dışında büyümüş olanları veya uzun yıllar yurt dışında yaşayanları asla kapsamamaktadır. Ayrıca Türkçeyi sonradan öğrenenleri tenzih ederek bunları dile getirmekteyim. Elbette Türkçe öğrenen ve kendilerine has aksanları ile Türkçe konuşan yabancıları da tenzih ederek söylüyorum. Burada dile getirdiğim kasıtlı yaklaşımlardır. Daha çok ana dilleri Türkçe olmalarına rağmen yukarıda anlattığım dürtülere sahip olan özenti anlayışları kapsamaktadır. Bunlar sahiplendikleri meziyetlerini ve kendileri hakkında düşündürtmek istedikleri entelektüel bilgili imajlarını böyle bir kılıfa koyarak aslında gerçek manada bilinçli toplumlar nezdinde öz değerlerini düşürmektedirler. Hatta toplumun gerçekten bilinçli olan önemli bir kesiminde de doğru düzgün bir dili dahi konuşmaktan veya yazmaktan bile habersiz olduklarının anlaşılmasını sağlamaktadırlar. Bu konularda bilinçli olmaları, hatalarını en azından mümkün olduğunca düzeltme gayretleri göstermeleri ve toplumda gelecek nesiller için örnek teşkil etmeleri beklenirken, bunun yerine daha çok yozlaştırmayı özendirici gayret ve çabaları malumdur.
Temelinde özenti ve kendisini ispatlama dürtülerinden kaynaklanan nedenler ile tahrip edilen bir dil katliamının sorumlusu olarak sadece genç nesilleri asla gösteremeyiz. Aynı zamanda olgun insanlarında kasıtlı ve bilinçli olarak yaptıkları katkılar elbette görmezden gelinemez derecede büyüktür.
Bir yabancı dil öğrenmenin ilk şartı kendi dilini mümkün olduğunca iyi bilmekten geçer. Bu yüzden kendi dillerini tam olarak öğrenmeden yabancı diller öğrenmeye çalışanların durumu da ana dilini tahrip etmekle sonuçlanmaktadır.
Yabancı bir dili konuştuğumuzu karşımızdaki kitleye veya kişilere ispat etmenin yolu kendimizi kanıtlamak istediğimiz dilden kelimeleri o anda konuştuğumuz dile katmak olmamalıdır. O dilin belli başlı kelimelerini cümlelerin içinde özne, nesne veya yüklem şeklinde kullanmak suretiyle karıştırmak hiç kimseyi olduğundan daha fazla bilgili veya entelektüel bir kişilik yapmaz. Bilakis esas meziyet o dili konuşurken tamimiyle özgün bir şekilde konuşmak ya da en azından bunun için çabalamaktır. Çünkü İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca veya Arapça konuştuğumuzda karşımızdaki dili konuşan insanlar, aralara kendilerinin belki de hakkında hiçbir fikirleri olmadıkları Türkçe kelimeleri kullanmamızı bizden asla beklemezler.
Kendilerine saygı gösterilmesinin bir gereğinin Türkçeyi mümkün olduğunca bozuk konuşmaktan geçtiğini düşünenler esasen Türkçeye bilinçli ve kasıtlı olarak saygı göstermemektedirler. Dolayısı ile Türkçeyi aşağılayarak toplumda rağbet görerek güya saygı duyulmaktadırlar. Oysa nasıl ki bir yabancı dili öğrendiğimizde o dili konuşurken Türkçe ifadeler karıştırarak konuşmuyorsak Türkçe içinde bunun yapılmamasını umarız. Örneğin İngiltere’de bulunduğumuz bir topluluk içinde İngilizce konuşurken onların birçoğunun anlamadığı Türkçe ifade ve kelimeler kullanarak o dili konuşmamız büyük bir saygısızlık olarak değerlendirilir. İşte günümüzde özellikle Türkiye’de ön planlarda bulunan hatta toplumda örnek gibi gösterilen birçok kişinin içinde bulunduğu cehalet ve saygısızlığın boyutu da böylesi bir adabı-ı muaşeret kuralı bilmezliktir. Elbette bu sadece Türkçe üzerine de değildir.
İşte bu kişiler Türk medeniyetinde ve kültüründe her alanda bozulmalara sebep oldukları gibi turizm sektörü içinde de mutfak kültürümüzün yozlaşmasında da pay sahibi olabilmektedirler. Özellikle mesleğimiz olan aşçılık ve mutfak sanatları alanında da bu konularda oldukça bariz örnekler mevcuttur. Eğer yeterli derecede özen göstermez isek tamiri mümkün olması çok zor olabilecek yozlaşmalara ve kayıplara da gelecekte sebep olabilecekleri aşikârdır.
Bunlar içerisinde aşçılar, yiyecek-içecek uzmanları( gurmeler) , mutfak okulu öğretmenleri ve sektörün içinde olan birçok kişi gibi sektörün nabzını tutan haber sitelerinin editörleri bilmeyerek ya da zaman zaman kasıtlı bir şekilde bilerek işlerine böyle geldiği için yer alabilmektedirler. Oysaki bu durum gelecek nesilleri olumsuz yönde etkilemektedir. Bunlar özellikle mesleğimiz ile ilgili terimlerin birçoğunun Türkçe karşılığı olmasına rağmen kasıtlı bir şekilde yabancı kelimeleri mesleğimizde ön plana çıkarmışlardır. Dolayısıyla gelecek nesillere de bu yönde yön vermişlerdir. Mesleğimizdeki bazı terimlerin Türkçe karşılığı anlamına gelen kelimeleri söyleyenleri ise hor görmeyi kendilerine marifet saymışlardır. Oysaki bizlerin en temel görevleri arasında mümkün olduğunca Türk mutfağına yakışır bir şekilde Türk mutfağının zengin kültürünü kendisine özgü terimler ile tanıtarak temsil etmek bulunmaktadır. Ancak okullarda dahi Türk mutfağı derslerinde kendimize özgü terimler yerine başka mutfakların terimlerini kullanarak sınıf geçmemiz bizlerden istenmiş veya bunları kullanmamız özendirilmiştir. Gelecekte bizler Türk mutfağını kendisine özgü bir yerde konumlandırmak istiyorsak en başta dilimizdeki çarpıklıkları gidermeliyiz. Ardından ise bu çarpıklıkları özendirenleri gerçek manada hak ettikleri yerlerde konumlandırmalıyız.
Sonuç olarak bizler, bizim için gerekli olan tüm yabancı dilleri elimizden geldiğince öğrenmek ile mükellefiz. Bunu yaparken de mümkün olduğunca bu dilleri kendilerine özgün olarak doğru bir şekilde konuşup, yazıp, okumanın her zaman çok önemli bir kabiliyet ve meziyet olduğunu da asla unutmamalıyız. Ancak bunları yaparken öğrendiğimiz dillerin birbirlerinin karşılıklarını bilmemize rağmen bunları kullanmaktansa yerine göre alakasız kelimeler kullanarak dili ve dolayısıyla kültürümüzü yozlaştıracağımızı da asla unutmamalıyız. Konuştuğumuz dilleri ayrı ayrı akıcı olarak konuşabilecek olmamıza rağmen, sırf etrafa gösterişten ya da saydığım diğer nedenlerden kaynaklı bir takım amaçlar ile bu dilleri birbirine karıştırarak kendimizi toplumlar önünde ifade etme çabasına giriyorsak işte orada temelde yanlış olan büyük bir sorun var demektir. Buda en başta saygı sorunudur. Ardından dolaylı olarak kültür mirasımızla beraber medeniyetimiz içerisinde başkaca sorunlar ardı ardına gelebilmektedir.
Saygılarım ile,
Tolgahan Gülyiyen
TÜRK MUTFAĞI DİRİLİŞ HAREKETİ