40 YIL TECRÜBELİ CERRAH-BAŞHEKİM NEYİ YAPAR, NEYİ YAPMAZ? - 40 YIL TECRÜBELİ AŞÇIBAŞI NEYİ YAPAR, NEYİ YAPMAZ?
İSRAFIN-REZALETİN ŞAKASI, İZAHI VE SAVUNMASI OLMAZ
Birilerinin dediği gibi israfın şakası, yine birilerinin yapmaya çalıştığı gibi rezaletin izahı, mazereti ya da savunması olmaz. Bunlar zoraki şekilde yapılmaya çalışılsa bile ne yazık ki akla ve mantığa da uygun olmaz. Akla ve mantığa uygun olmayan bir şeyi üstü kapalı olarak bile olsa savunmaya çalışmak cehalettir. “Olacağı varsa olur.” Diyenler varmış. Eşeği sağlam kazığa bağlamayanları, gerekli sorumluluğu ve hassasiyeti göstermeyenleri, alınması gereken tedbirleri iş bilmedikleri için alamayanları, almayanları “Olacağı varsa olur.” Diyerek savunmaya çalışmak yolcularıyla birlikte frensiz bir arabaya (otobüse) fren olmadığını bilmenize rağmen binerek hızlanmaya benzer.
Bunlar freni olmayan bir arabaya binerler sonra derler ki “Olacağı vardı oldu.” İçlerinden biri de çıkıp demez ki kardeşim bu arabanın freni yok. Bu arabaya böyle binilir mi? Bu arabaya böyle binilmez. Binerseniz olacağı bellidir diye biri de çıkıp demez. Diyenler de cahiller arasında istenmeyen kişi olur. Peki suçlu-kabahatli olanlar cahiller arasında neden suçlu ve kabahatli olarak görülmek istenmez?
Siz üstünüze düşenleri yapmayın, alınması gereken tedbirleri almayın. İşleri erbabına, ehline veya ustasına vermeyin sonra da olacağı vardı oldu deyin. Bunu da bir kere değil defalarca yapın. Bunu hangi dinden veya hangi peygamberden öğrendiniz? Yerine göre din istismarı da yaparsınız. Peki Kuran-ı Kerimde ve hadislerde işi ehline vermekle ilgili ne diyor? "(Akıllı ve olgun) Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz." Ne demektir?
Üstüne düşeni yapmadan, alınması gereken tedbirleri ihmal ederek Allah’ın takdiri böyleymiş diyenlerle bu zihniyettekilerin hiçbir farkı yok. Elbette işlerimizi her zaman Allah’a tevekkül etmeliyiz. Bir tek ona, Allah’a tevekkül edelim ve bir tek ondan isteyelim. Ancak işlerimizle ilgili üstümüze düşen her şeyi, elimizden gelen her şeyi yaptıktan sonra, yani tüm sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra işlerimizi Allah’a tevekkül etmeliyiz. Aksini yapanlara ne denir?
Allah böylelerine akıl fikir versin. Üzerlerine düşen görevleri, sorumlulukları yerine getirmeden “Olacağı varsa olur.” gibi söylemlerle bahaneler üreterek kendilerinde dini ve maneviyatı şemsiye yapabilme potansiyeli olanlar yüzünden İslam dininden de insanlar soğuyor. İş bilmezliklerini ve iş ihmallerini dini duyguları istismar ederek sömürmek suretiyle kendi kabahatlerini örtmeye çalışanlar yüzünden kaç kişiyi acaba dinden-imandan, İslam’dan soğuttunuz? Kaç kişiyi Allah’ın dini İslam’a düşman ettiniz? Acaba bunları da düşünüyor musunuz?
Siz elinizden gelen çalışmayı yapmayın. Eşeğinizi sağlam kazığa bağlamayın sonra deyin ki olacağı varmış oldu. Siz üstünüze düşenleri yapmayın, almanız gereken tedbirleri almayın, hiç düşünmeyin sonra deyin ki eşeğin kaçacağı varmış. Kaçmış… Olacağı varmış olmuş.
Ciğerin kediye teslim edilmeyeceğini bilmesine rağmen kediye ciğer teslim etmek ve o ciğeri kedinin yememesini düşünebilmek hangi mantığa sığar? Bu nasıl mantıktır, Nasıl akıldır? Üstünüze düşenleri yerine getirmeden olacağı varmış olmuş demek kara cehalettir. Bu cehalet yüzünden dünyada hayatlarından olan insanlar var... Bu düşüncesizlik, sorumsuzluk yüzünden hayatları kararan, karartılan insanlar var. Allah hiç kimseyi bilmedikleri işe soyunanlarla karşılaştırmasın. Eğer bilmedikleri işi yapanlar tarafından bir gün mağdur edilirseniz de; bilmediği bir işi yapanı “Olacağı varmış oldu” diye savunabilecek kişi ya da kişiler ile de rabbim hiç kimseyi karşılaştırmasın. Çünkü bilmediği işi yapanla onu bu şekilde “Olacağı varmış oldu” diye savunabilenlerin esasen zihniyet olarak hiçbir farkı yoktur.
Halktan kopuk şekilde, halkın ne dediğini görmezden gelerek iki yıl üst üste yabancı ülke temsilcilerinin olduğu söylenen bir mutfak sanatları etkinliğinde kırmızı et israfı rezaletinin haberlerini hiç utanmadan insanlara başarı gibi yutturanlara, yutturmaya çalışanlara bu yazıyı armağan ediyorum.
Nasreddin Hoca oğlunu çeşmeye gönderiyormuş. Testiyi eline verdikten sonra yüzüne okkalı bir tokat aşk etmiş, ardından da: - "Sakın testiyi kırma" diye seslenmiş. Bu durumu görenler: - "Ne yapıyorsun Hoca" demişler, "çocuk testiyi kırmış değil ki... Hiç suçu olmayan çocuğu ne diye dövüyorsun ?" - "Testi kırıldıktan sonra dayak neye yarar!" demiş. Diğer bir rivayete göre ise “Eee, testi kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur. Önemli olan kırılmadan önce uyarmak demiş.”
Bu fıkradan yola çıkarak bile söylemek istediğimizi anlayabilenlere ne mutlu. Onlar ‘leb’ demeden Çorum’u haritada bulabilenlerdir desem yanlış olmaz.
İsraf yaparken şaka yapmış olduklarını hiç utanmadan ifade ederek dana yakanları ve 2 yıldır arka arkaya kilolarca kırmızı eti halkımızın deyimi ile mundar ederek israf edenleri üstü kapalı da olsa savunmaya çalışanlar varmış.
Bizim sektördekileri bilenlerde iyi bilirler: Bunların omurgası zaten yok…Bunların dili bir şey söyler, icraatları bambaşka şeyler söyler. Dün dediklerini hatta verdikleri sözleri sabaha unuturlar. Sonra bir bakarsınız ki sabah dediklerini akşama değiştirmişlerdir. Bunlar dün düşman olduklarıyla yarın menfaat için sözde dost olurlar. Sonradan dost olduklarını da dünyalık çıkarları için anında satarlar. Kısacası bunlar 2 günlük dünyada fırıldaklığı severler ve iş ciddiye binince yani menfaat söz konusu olunca köçeklerden bile hızlı dönerler…
Bazıları geçenlerde ele aldığımız konuyla ilgili olarak kaz çevirme yapmaya çalışıyormuş. Bazıları çevir kazı yanmasına hiç zahmet etmesinler. Çünkü o kaz zaten yanık. O dana zaten hunharca yanmış. Siz kazı çevirmeye çalışsanız da o kazın neresinden tutarsanız tutun yanmış, kül olmuş. Kime yedireceksiniz, kime yutturacaksınız?
2 yıldır bütün bir dana pişirmeyi beceremeyip insanlarla dalga geçercesine açıklamalar yaparak israf yapan sözde tecrübeli aşçıbaşılara gidip önce kaz, tavuk çevirme nasıl yapılır onu öğretsinler. Lafla çevir kazı yanmasın yapanlar gidip bütün dana yakan iş bilmezlere kaz nasıl pişirilir, kaz nasıl doldurulur gibi eğitimler versinler. Beyaz şef ceketi giymekle, üniformayı gösterişli aksesuarlarla doldurmakla, etkinliklerde televizyonlarda kurgulanmış yerlerde boy gösterip etrafa caka satmakla aşçı- şef olunmadığını gidip onlara anlatabilirlerse, öğretebilirlerse bunları da onların yüzlerine konuşup gittiklerinde söylesinler. Halkımızın dile getirdiği tüm gerçekleri de cesaretleri varsa haber yapsınlar… Sıradan insanların hatta çobanların bile yakmadan pişirebileceği bir danayı sözde tecrübeli aşçıların 2 yıldır nasıl pişiremediğini tüm şeffaflığı ile haber yapsınlar. En azından bu gerçekleri ele alırlarsa gelecek nesillerimiz için ders niteliğinde ibret verici ve öğretici bir iş yapmış olurlar. Gerçeği bilmelerine rağmen 2 yıldır rezaletle dolu olan bir yerden başarı diye bahsetmek ne haberciliktir, nede gazeteciliktir.
Türk mutfağının itibarını düşürenleri kısmi olarak bile olsa savunmaya çalışıp bunların rezaletlerini de başarı gibi haberlerine taşıyanlar ilgili konularda halkın ne dediğini de okuyup haberlerine taşıdıkları gün belli bir olgunluğa erişebilirler… Belki çok çalışırlarsa bir gün haberci ve gazeteci bile olabilirler.
Liyakati olmayanlara 2 yıldır dana teslim ederek Türk mutfağının ve aşçılarının itibarını dünya genelinde yerle bir eden sözde 40 yıllık meslek ustası zatı ve ilgili rezaletin sorumlularını biz Türk mutfağı olarak uzun yıllardan beri meslektaşımız olarak bile kabul etmiyoruz. Mesleğimizin bu yüz karalarını meslektaş olarak bile kabul etmememizin birçok haklı nedenleri de mevcuttur. Bu haklı nedenlerimizle ilgili olarak söz konusu zatlar bizi hiçbir zaman haksız çıkartmadılar. Bunları bilenlerde çok iyi bilirler. Bunları bilmelerine rağmen bu yüz karalarını meslektaş olarak kabul ederek ön plana çıkartıp Türk mutfağının ve Türk aşçılarının saygınlığının zedelenmesinde payı olanlarda utanmalıdırlar.
Kimse kusura bakmasın iş bildiğini söyleyenlerin bu iş bilmez yüz karalarını savunmaya çalışması da bu yüz karalarını onayladıkları anlamına gelir. Bunları üstü kapalı da olsa savunmaya çalışmak demek zihniyet olarak mesleğimizin ve ulusal mutfağımızın saygınlığını, itibarını yıllardır zedeleyenlerle aynı kefede yer almak demektir. Bunlar zaten yıllardır mevki-makam kavgasıyla zaman zaman birbirleriyle de kavga etmişlerdir. Bunlar çoğu zaman birbirleriyle kavgalıdırlar. Zaman zaman ateşkes yaparlar, zaman zaman yan yana gelirler. Bunların derdi davası Türk mutfağı falan değildir. Bunların tek derdi makam ve mevkidir. Bunların tek düşüncesi menfaatleri ve kişisel çıkarlarıdır. Bunlar esasen zihniyet olarak da aynıdır. İstedikleri kendi adamlarının belli bir yerlere gelmesi, getirilmesidir. Bunun için birbirleriyle kavga ederler, mücadele ederler. Bunlar kişisel menfaatlerini bir kenara bırakarak Türk mutfağı için asla mücadele vermiş değillerdir. Dilleri sadece kendi kişisel çıkarları için Türk mutfağı-Osmanlı mutfağı der.
Uzun yıllardan beri hem halkımız nezdinde hem de uluslararası alanlarda kimin ne hakkı var Türk aşçılarının ve Türk mutfağının itibarını sarsarak saygınlığını zedelemeye?
Kimin ne hakkı var mevki, makam ihtiraslarına Türk mutfağını kurban etmeye?
Hangi hakla ve hangi yüzle birde bunları üstü kapalı olarak bile olsa bazıları savunmaya kalkıyorlar?
Türk mutfağının ve aşçılarının yapmaya çalıştığınız gösterilere, rezilliklere ya da israflara ihtiyacı mı vardı?
Hangi tanınmış ülke mutfağı ve aşçıları böylesi rezaletlerle, beceriksizliklerle dolu saçma gösterilere, israflara gereksinim duyuyor?
Böyle israfa dayalı gösterişler yapmamalarına rağmen dünya çapında saygın olan mutfak kültürleri nasıl itibar kazanmışlar hiç düşünüyor musunuz?
Türkiye’de liyakat sahibi olarak yaptıkları işlerde sıfır israf ve sıfır atık ile yüzlerce kiloluk yemekler yapabilecek usta şefler yok muydu? Elbette vardır. Bunları küstüren iş bilmezler ve işleri erbabına vermeyenler yıllardan beri Türk mutfağı ve Türk aşçıları için nelere, ne gibi zararlara neden oldu! hiç düşünüyor musunuz?
Türkiye’de asıl işleri şef-aşçı olmamasına rağmen bile mesleğimizi ilgilendiren hususlarda başarılı olan, olabilecek olan yetenekli insanlar var. Sorsak ve iç yüzünüzü hiç bilmesek yılların şefi hatta meslek ustasısınız. Ama sözde ustasınız. İş lafa geldi mi Türkiye’de sizin üstünüze şef yok. Sayılarınızı bile siz tayin edersiniz. Nerede kaç şef-usta olacağınızı siz belirlersiniz. Hatta sizin istemediğiniz adamlar piyasadan silinir gider. Sonuçta Türkiye’deki piyasa sizden sorulur. Piyasadaki herkes gibi her şeyi tekelinize almışsınız, size söz söyleyenin vay haline... O kişiye ekmek falan yedirtmezsiniz öyle değil mi? Siz öyle zannediyorsunuz. Rızkı verenin kim olduğunu bile unutmuşsunuz. İnsanların ekmeği ile oynayarak onları piyasadan sildiğini zanneden cahiller olarak aslında ne kadar da acizsiniz. Halbuki çalıştığınızı zannettiğiniz mutfakların ofislerinden biraz dışarı çıkabilseydiniz, dünyayı anlamaya çalışsaydınız; o dar pencerenizden göremediklerinizi görebilirdiniz.
Aslında sokakta yürürken köşe başındaki bazı restoranların mutfağındaki emektar aşçıların, mutfak çalışanlarının hepinizden çok daha iyi usta olduğunu sizlerde iyi biliyorsunuz. Ama bazı şeyler işinize gelmiyor. Yoksa Türk mutfağını ve bu mesleği sadece kendinize yontarak işin kaymağını nasıl yiyebilirsiniz? Düne kadar Türk mutfağı bile diyemiyordunuz. Bazı şeyleri itiraf edebilseydiniz, en azından öz eleştiri bile yapabilecek olgunlukta olsaydınız nasıl insanların haklarına girerek bir yerlere gelmiş olabilirdiniz öyle değil mi? Sizin veremediğiniz ve veremeyeceğiniz cevabı veriyorum: Aynen öyle… Tüm bunların eksiği var fazlası yok…
Bazılarının bazı şeyleri anlayabilecek kapasitesi olmadığı veya isteyerek anlamadıkları kanaatindeyim. Yine de bunların bazı konuları rahatça anlayabilmeleri için bazı misaller vereceğim.
40 yıllık bir cerrah eğer gerçekten 40 yıldır cerrah-doktor tecrübesiyle başhekim olmuş ise, sektöründe hangi ameliyatı kimin yapacağını veya yapamayacağını çok iyi bilir. Değil iki kere bir kere bile olsa en ufak bir hata sonucu hastanın hayatına neden olabilecek olan bir asistana hatta sözde uzmana bile hiçbir hasta o 40 yıllık gerçek cerrah-başhekim tarafından asla emanet edilmez. Eğer gerçekten 40 yıl tecrübeli bir cerrah-başhekim böylesi bir ihmali bilerek ve isteyerek yaparsa; ya o gerçek anlamda 40 yıllık bir cerrah-doktor tecrübesinde değildir ya da masaya yatacak olan hastayı bilerek isteyerek öldürmeye niyeti vardır. Her hâlükârda bazı mesleklerde en ufak bir hata o mesleği yapanın kariyerinin sonu olur ve bazı hataların bazı yerlerde her anlamda ciddi sonuçları olur. Hani bizim meslekte şunları diyenler de var ya: “Bu meslek nankördür, yıllarca bir yemeği iyi yaparsın ancak bir gün bir hata ile o yemeği kötü yaparsın ve o hata o güne kadar tüm yaptıklarının unutulmasına neden olur.” Bunları söyleyerek etrafına dert yananlar bizim meslekte de vardır. Bana göre bunlar işlerine gelmediğinde hiç kendilerine bakmadan mesleğimizi nankörlükle suçlayarak şikâyet edenlerdir. Bizim işimiz, mesleğimiz nankör değildir. Aslında bizim işimiz en az doktorlar kadar özveri ve sorumluluk gerektirir. Bizim mesleğimiz en az doktorlar kadar insan sağlığı ile ilgilidir. İşte o yüzden Zeki Gülyiyen şefimizin dediği gibi doktorlardan sonra biz aşçılar geliriz. İşte o yüzden işinde gerçekten usta olan şef aşçılar mesleğinde en son yaptıkları yemek kadar başarılıdırlar ve ustadırlar. Mesleğimizde aşçılarımıza gereken saygınlığı kazandıramayanlar ve onların çalışma şartlarına, koşullarına yıllardır katkı sağlayamayanlar mesleği değil kendilerini nankörlükle suçlasınlar.
Diğer bir misal de şu; Bir veteriner diyor ki “Ben 5-6 yıl hekimlik okudum. Ben mesleğimi iyi biliyorum. Tecrübeliyim.” Aynı kişi bir kedinin damar yolunu açarken 2 denemede de başarısız oluyor. 3. denemede hayvan artık canı yandığı için kolunu ani hareketle kaçırıyor. Kısacası sözde veteriner hekim ya da asistan veteriner hekim damarı parçalıyor. Damarı açacağı bölgeyi tıraş ederek damarı görmesine rağmen iyi bildiğini iddia ettiği bir işi berbat ediyor, beceremiyor. Bahanesi ise şu: “Hayvan ayağını kaçırdı…Profesörler bile ilk denemede yapamıyor…” İşte iş bildiklerini iddia edebilen liyakatsiz iş bilmezlerin bahaneler de böyle saçmalıklar oluyor. Hem de bir kere değil defalarca aynı hatayı yapıyorlar ve bu hatalardan öğrenemiyorlar. Neden öğrenemiyorlar? Çünkü hata yaptıklarını kabul etmiyorlar. Hatasız olduklarını iddia ederek bahaneler üretip kendilerini avutuyorlar. Bunlara ne mi diyorum? Benim tavrım ve duruşum böyle konularda da her zaman nettir: Hadi be oradan liyakatsiz iş bilmezler sizi…Öyle iş bilmez Profesörler varsa onlar zaten Profesör değildir dediğimde derin bir sessizlik olmuştu. Sonra ne mi oldu? Kedinin diğer kolundan birazcık daha tecrübeli olan başka bir veteriner damar yolunu 2.denemede açabildi.
Aslında buradan birçok konu için önemli dersler çıkartmak mümkün. Her yerde üniversite açmak veya meslek okulu açmak nelere neden olabilir? Gibi sorularla önümüze gelebilen konularda önemli sonuçlara sahada, yani bizzat hayatın tam içinde rastlayabilirsiniz. Çünkü birçok meslekte maalesef ortalık iş bilmez liyakatsizlerle dolmuş taşıyor. Bunları kim eğitiyor, bunları eğitenlerin eğitimleri veya tecrübeleri nedir? İş bilmezlere kim nasıl unvan verebiliyor? Gibi soruları çoğaltmak mümkündür. Sayın İlber Ortaylı’nın bu konularda dedikleri de çok önemlidir. Ne diyor Sayın İlber Ortaylı? Şunu söylüyor: “Üniversite tabii ki açacaksın, ama Hakkari’nin dağına değil, Kastamonu’nun dağına değil. İcabında Ankara’ya 20 üniversite kurarsın. Doğudan gelen çocuklar o şehrin kültürünü görür. Her yere gidip üniversite kurulur mu ya? Bu bir ahlaksızlıktır.” Kaynak: İlber Ortaylı-1 - İlber Ortaylı-2)
Sayın Cem Yılmaz gösterisinin bir bölümünde Faruk eczanesi misali vererek yaptığı gözlemini espritüel bir dille anlatır. Orada “Bilmemenin” tedavülden nasıl kalktığıyla ilgili trajikomik gerçek tespitlerle de karşılaşabilirsiniz.
Herkes bir şeyleri bildiğini, iyi bildiğini, çok iyi bildiğini hatta yaptığı işle ilgili her şeyi en iyi bilen olduğunu bile iddia edebiliyor. Ama yaptıkları işi ellerine yüzlerine bulaştırıp berbat edince de bahaneleri hemen hazır. Hiç suçları yokmuş gibi bahane üretebiliyorlar…Bunları yapabilenler aslında ne kadar da yüzsüzler. Bunları yapabilenler aslında en iyi yaptıklarını söyledikleri işin, mesleğin de yüz karaları…
Bilmemek ayıp değil kardeşim. Ama bilmediğin bir işi biliyormuş gibi tavır takınıp yapmaya çalışırken de eline yüzüne bulaştırıp berbat etmek hatta çok vahim sonuçlara neden olmak, başka insanları da mağdur etmek ayıptır, ahlaksızlıktır ve günahtır. Bunları yapabilenler için onlara hitaben de söylüyorum: Yüzünüz olmasa da olmayan yüzünüz kızarmasa da işi bilenler varken bilmediğiniz işi yapmaya çalışmak ayıptır, ahlaksızlıktır hatta yaptığınız işe ihanettir. Bilerek, isteyerek işleri ehline teslim etmeyenlerin durumu da aynıdır. Onlarında iş bilmeyenlerden hiçbir farkı yoktur.
Şimdi tekrardan ana konuya dönecek olursam.
1-“Afyon’da etkinliğin ana temasında yer alan bir operasyonun başında sorumlu olan kişi ya da kişiler her an o işin başında olamaz, eğer olsalardı dana yanmazdı…” ( Etkinliğin en önemli operasyonunda sorumluların(Bakınız: Başhekim-Cerrah örneği) ortalıkta olmaması sözde iş bildiğini iddia eden yılların ustası olduğu söylenen sorumluların zaten sorumsuzluklarının ve iş bilmezliklerinin göstergesidir.)
2-“Tabiki bu tür organizasyonlarda sorumlular her an her işin başında olamazlar. Görüntülerde sorumlu kişileri göremedim. Eminimki onlar işin başında olsalardı bu aksaklık yaşanmazdı. Demekki yanlış kişiye emanet ettiler bu işi. Hani derler ya "olacağı varsa olur." (Bakınız: Nasrettin Hoca örneği, Başhekim-Cerrah örneği ve Veteriner hekim örneği…)
İşte bu 1 ve 2 numaradaki gibi söylemlerle hunharca yakılarak israf edilen rezaleti üstü kapalı şekilde savunmaya çalışanlar olmuş. Bunların durumlarında ne yazık ki içler acısı…Al birini vur ötekine… Esasen zihniyetler de ne yazık ki aynı. Bunları savunabilenler oldukça Türk mutfağı ve Türk aşçıları olarak bir arpa boyu ilerleyemiyoruz. Bu çok açık ve net.
1 ve 2 numaradakileri diyebilenler Nasrettin hocanın fıkrasıyla beraber yukarıda verdiğim misalleri halkın konuya olan yorumlarıyla birlikte çok iyi okumalıdırlar... Eğer bazı şeyleri zekalarıyla kavrayabilirlerse ve düşünebilirlerse yazıp anlattıklarımdan birçok şeyi iyi anlayabilmeleri de mümkündür. Yok anlayamazlar ise bu benim değil anlayamayanların sorunudur.
Konuyu toparlayacak olursam: Okuduğunuz okullarda aldığınız bir dersten ya geçersiniz ya kalırsınız. Sorulan bir sorunun birçok yanlış cevabı bulunur, ama genelde aksi kanıtlanana kadar bir sorunun doğru cevabı tektir. Hayatta bazı şeyleri kıvırmaya hiç gerek yoktur. Fırıldaklık bazılarının hayatta kalabilmeleri için yaşam tarzı da olsa; kişisel menfaatleri için hedeflerine döne döne gidenlerin ne olduğu da her zaman belirgindir.
Yiğit adam bir öyle bir böyle konuşmaz. Yiğit adam döne döne savaşır ancak dönek olmaz. Yiğit adam bir söylediği söz ile asla çelişmez. Yiğit adam söz verdiyse her zaman o sözünü tutun adamdır. Yiğit adam tutamayacağı sözü ya vermez ya da vermiş ve tutamamışsa hatasını kabul ederek sorumluluğu olanlardan helallik alır. Yiğit adam hatasını da her zaman kabul edebilecek olgunlukta olan adamdır. O yüzden yiğit adamlar fırıldak olmazlar, olamazlar. Yiğit adamlar kullardan değil sadece Allah’tan korkarlar. Dünyamızda yiğit adamlar nesli tükenmekte olanlar arasındadır. Esasen yiğit adamın tanımı başlı başına bir makale konusudur. Söz gelimi biz şöyle diyelim yiğit, mert adamlar şartlar ne olursa olsun asla kıvırmazlar, kıvırtmazlar.
Olumsuz olan şeylerden başarı çıkartabilmekte bir bakıma yetenektir. Bunu da kabul etmek lazım. Ama bu yetenek birçok yerde asla ahlakla bağdaşmayan bir yetenek olarak tanımlanır. Sektörde bu konularda yetenekli kanallar ve bu kanalları kullanabilenler var. Halkın ne dediğini görmeyen ama Türk mutfağını-Türk aşçılarını dünyada rezil rüsva edenleri başarılı gösterenler, göstermeye çalışanlar hatta mesleğimizin yüz karalarını üstü kapalı savunmaya çalışanlar var… Belki farklı bir açıdan bakarsak rezaletlerden ve israflardan başarı çıkartma konusunda göstermiş oldukları üstün gayretlerinden ötürü ironi yaparak mizahi şekilde bunlara ödüller vererek tebrik etmek lazım. Çünkü bazıları omurgalarını aldırmış şekilde ne zaman, nereyi ve hangi kabı yalayacaklarını iyi bildikleri gibi dümeni kırmayı da iyi biliyorlar. Bizler de onları biliyor ve tarihe kanıtlarıyla yazıyoruz, müsterih olsunlar.
Tolgahan Gülyiyen
KONUYLA İLGİLİ OLABİLECEK OLAN BAĞLANTILAR
ŞEFFAF BÖLGE 2.BÖLÜM (Yakılan Dananın Sorumlu Failleri)
ŞAKA YAPTIKLARINI SÖYLEYEREK SAYGINLIĞMIZI YAKIP YOK EDENLER KİMLER ?