KENDİ VÜCUDUMUZLA İLGİLİ KARAR VERME HAKKINA SAHİP OLMAK İÇİN MAZERETİMİZ İNSAN OLMAK
“Aşı olmayı reddedenler için kanun çıkarılmalı, gerekirse hapis cezası verilmeli ve hatta ev ve iş yerlerine girilip zorla aşılanmalı.” Düşüncesi sizce nasıl açıklanabilir?
Eğer ki bu düşünce bir hukuk profesörüne aitse sizce nasıl izahı mümkün olabilir?
“Zorunlu aşıyı çıkarırsın. Dersin ki kardeşim; geçerli mazeretin o da tıbbi, olmamak kaydıyla eğer bu mazeretin yoksa herkes aşılanacak. Onunda yaptırımı şudur: 2 yıl hapis cezası, 3 yıl hapis cezası, 4 yıl, hatta zorunlu aşıyı gelir evinde, işinde ben tatbik ederim ve bunu takip ederim. Bu gücün varsa uygularsın. Benim sıram geldiyse, ben aşıya gitmediysem, haklı bir mazeretim yoksa, yaptırımın neyse tatbik edersin. O insanları aşıya mecbur edersin. Veya öyle bir günler olur ki, asker ve polis zoruyla evlerine iş yerlerine girip yaparsın. Bu hayat, her şey mümkün.” Prof. Dr. Ersan Şen
Yanlış okumadınız. Bende ilk duyduğumda ve okuduğumda çok şaşırmıştım. Ancak bunları bir hukuk profesörü demiş.
Sayın Ersan Şen, maalesef ki o cümleleri sarf eden kişi olarak kendisi ayrıca bir ceza hukukçusu hatta profesörüymüş. Bana göre bu tarz düşünceler toplum önünde olan bir hukukçuya hele ki bir hukuk profesörüne hiç yakışmamış.
İlk iki aşısını olmuş biri olarak ve yine aşçılarımız dahil tüm insanları bu konuda bilim adamlarının önerilerini dinlemeye davet etmiş biri olarak, ilgili mesele hakkındaki düşüncelerimi tüm samimiyetim ile açıkça ifade etmek istiyorum.
Aşı, ilaç ya da herhangi tıbbi bir uygulamayla ilgili olarak insanların her biri vücutlarına alacakları ya da almayacakları ile ilgili karar verme özgürlüğüne kendi hür iradeleriyle bizzat sahip olmalıdırlar. İnsanların kendi vücutlarıyla ilgili olan özgür iradeleri hiç kimse tarafından zorla gasp edilmemelidir. Kaldı ki hasta olan insanlar doktorlar tarafından kendilerine bildirilen sonuçlara katlanmayı kabul ederek gerekli formları imzaladıklarında tedaviyi bile reddetme haklarına sahiptirler.
Bu sözler sürçülisan etmiş olan bir hukuk profesörü tarafından yanlışlıkla söylenmediyse çok endişe verici diye düşünüyorum.
Kişisel kanaatime göre akademisyen unvanı da bulunan bir kişinin son derece baskıcı ve dayatmacı bir düşünce yapısıyla böylesi önerilerde bulunmuş olması bile çok hazin bir durum.
Gerçekten ciddi olarak böylesi dayatmacı bir anlayışın televizyonlarda insanlarımıza hitap eden bir hukuk profesörü tarafından dile getirilmiş olması her şeyden önce toplumumuz adına da çok üzücüdür.
Bazı hukukçuların, bazı konulara girmeden önce sıklıkla birtakım cümleler kullandığına belki şahit olmuşsunuzdur. Bana göre o bazı hukukçular birtakım temelsiz düşüncelerini kullandıkları o önemi yüksek bazı bilindik cümlelerin altında meşrulaştırmaya da çalışabilirler.
Bazıları herkesin meşru saydığı o cümlelerden birini söyledikten sonra, söz konusu cümlenin anlamıyla asla bağdaşmayan, hatta tamamen aksi yönde olan düşünceleri bu önemli cümle ile birlikte ifade edip söyleyebilirler. Söyledikleri ilk cümle gayet yerinde olan ve gerçekten olması gereken bir cümle iken sonrasında ifade edecekleri tamamen kendi istekleri doğrultusunda olabilir.
Evrensel insan haklarını bir kenara atıp kendilerine göre işi kitabına uydurmakta usta olan bazı hukukçular ya da kişiler, maalesef yerine göre insan haklarını hiçe sayan cümleleri çok rahatlıkla kurabiliyorlar.
İnsanlar bilim adamlarının ve uzmanların önerilerini dikkate almaya teşvik edilebilir. Tıpkı bazı ülkelerde olduğu gibi aşılanmayla ilgili bir takım teşvik edici uygulamalar insanlara sunulabilir. İnsanları aşıya teşvik ederken aşı olacaklara veya olanlara ödüller bile verilebilir. Ancak insan haklarını hiçe sayarak, insanların özgür iradelerine karşı durarak demokrasiye dayalı bir hukuk kesinlikle olmaz. Olursa da bunun adına hukuk denmez. Demokratik bir hukuk yöntemi hiç denemez. Bunu en iyi bir hukukçunun, hatta bir hukuk profesörünün bilmesi gerekirdi. Eminim biliyordur da… Ancak kurduğu cümleler ve ifade ettikleri ne yazık ki bunlardan çok uzakta olan bir anlayışın göstergesi olmuş. Hukuk öğrencilerine ders verebilen profesör unvanlı birinden bu cümleleri duymak gerçekten de her anlamda çok üzücü.
Bir insanın kendi bedeniyle ilgili vereceği kararları bir başka otorite ya da irade hangi sebeple olursa olsun kanunlar altında bile asla tayin edemez. İnsanlara ve vücutlarına ne yapıp yapmayacaklarını dikte edip “Buna uymayanlara da şu kadar hapis cezası veririz.” derseniz dünyanın birçok yerinde faşist olarak anılabilirsiniz. Yine dünyanın birçok yerinde demokrasiye dayalı hukuk, evrensel insan hakları gereği insan bedeni üzerinde zorla bilimsel deney yapılamayacağını da söyler. Buradan da anlayabileceğimiz gibi insanların vücutları üzerindeki tasarruf kendileri dışında başka hiçbir otoriteye asla ait değildir.
Sayın Ersan Şen beye ait olan bu tarz düşüncelerin ya da uygulamaların adı asla hukuk olamaz, özgürlükte olamaz, demokrasi ise hiç olamaz.
Profesör, doktor unvanı bile taşısanız, binlerce üniversiteden hukuk diploması sahibi dahi olsanız maalesef bu tarz dayatmaların adına demokratik hukuk falan da asla diyemezsiniz.
Bu tarz düşünceler ya da uygulamalar olsa olsa Kuzey Kore gibi ülkelerde olabilir. Genellikle de bu tarz düşüncelere sahip olarak bu dayatmaları uygulayanlar Kuzey Kore gibi ülkelerde bulunurlar. Bu tarz düşünceler vatandaşlarını koyun sürüsü gibi gören ve koyunlarını salgın hastalığa karşı aşılayan çobanların sahip olabileceği bir düşünce yapısıyla eş değerdir diye düşünüyorum.
Oysaki insan bir sürüye dahil olarak her şeyini kendisi gibi olan başka bir insanın iradesine asla teslim etmek zorunda olan bir varlık değildir. Taktir edersiniz ki bizleri insan olarak hayvanlardan ayıran çok bariz özelliklerimiz bulunmaktadır. Bunlardan bazıları ve en önde gelenleri mantıkla düşünmemiz, akıl yürütmemiz, hatta sorgulamamız ise bana göre bir özelliğimizde yüce yaratanın her birimize özel olarak bahşettiği kendimizle ilgili olan hür irademizdir.
İnsanlar bireysel iradelerinin yalnızca belirli bir bölümünü bir araya gelerek yaptıkları seçimler ile bazı kişilere sadece belli konularla ilgili olarak bir süreliğine toplumsal temsilleri ve çıkarları gereği bazı geniş veya sınırlı yetkiler şeklinde verebilirler. Fakat bu durum temsil yetkisine sahip olanların, yetkisi olmayan diğer insanlar üzerinde her anlamda tahakküm kurarak o insanlara her dilediklerini yapabilecekleri anlamına gelmez. Yine bu durum elinde yetkisi olanların efendi, yetkisi olmayanlarında köle olduğu sonucunu da asla doğurmaz. Yüzlerce hatta binlerce yıla dayanan kutsal bildiğimiz tüm değerlerimiz bile bu tarz anlayışları reddetmektedir. Kimsede kendinde böyle bir anlayışı meşru görerek ya da meşrulaştırarak bu anlama gelebilecek düşüncelerle insanlara dayatmalarda bulunamaz. İnsanlar özellikle hayatlarını, yaşam standartlarını veya kişisel özgürlüklerini birinci derecede doğrudan ilgilendiren hususlarda yetki verdikleri kişilerin dayatmalarını kabul etmeme, hatta reddetme hürriyetine sahip olmalıdırlar. Ellerinde yetki bulunduranlar ilgili konularda kendileriyle aynı düşünceye sahip olmayanlara karşı zoraki eylemlerle ya da dayatmacı tutumlar takınmak yerine onları ikna edici, teşvik edici hatta aydınlatıcı yaklaşımlar sergileyerek bu ve benzeri konularda çalışmalarda bulunmalıdırlar. Toplumun genelini tehdit edecek bir sorun karşısında izlenecek en meşru yol insanları ikna etmekten geçer. İnsanlara bir hastalığın tehlikelerini tüm şeffaflığı ile anlattığınızda ve bu hastalığa iyi gelecek olduğu söylenen ilaçların olası yan etkileriyle beraber tüm yararlarını da bütün şeffaflığı ile anlatıp onları teşvik edici çalışmalar yaptığınızda, hiç kimsenin vücudunda zorla ya da baskıyla tıbbi bir işlem yapmak zorunda da kalmazsınız.
Kendi alanında gerçekten uzman olması gereken kişilerin böylesi dayatmacı, baskıcı uygulamaları düşünüp tavsiye olarak sunmak yerine; insanlara saygılı toplumlarda olduğu gibi evrensel insan haklarına riayet ederek nasıl bir yol ya da yollar izlenebileceği üzerine görüşler ve öneriler belirtmeleri çok daha doğru olurdu.
Diğer bazı ülkelerde olduğu gibi aşı tedariklerini sağladıktan sonra insanların nasıl aşılanmaya teşvik edilebileceği üzerine konuşulabilirdi. Bir hukukçu olarak kendileri nüfusun büyük oranını demokratik hukuka uygun olacak şekilde ve evrensel insan haklarına saygı gösterecek bir şekilde nasıl aşı hizmetiyle buluşturabileceğimiz hakkında toplumu aydınlatan bilgiler verebilirdi diye düşünüyorum.
Nasıl bu krizin üstesinden geliriz konusunu uzman ya da bilirkişi olarak konuşması gerekenler maalesef kendilerinden beklenmeyecek önerilerde bulunuyorlar. Şahsi fikrime göre dikte anlayışıyla veya cezalarla insanları korkutarak, baskılayarak yönlendirmeye çalışmak yerine evrensel insan haklarına ve evrensel hukuka uygun olan doğru yaklaşımlarla toplum önüne çıkıp tavsiyelerde bulunmalıdırlar.
Üzgünüm ancak hakikat şu ki böylesi baskıcı ve dayatmacı bir anlayış dünyanın önde gelen ülkelerinde bir hukuk profesörü tarafından dile getirilse o kişi söz konusu toplum içinde asla bir hukukçu olarak kabul görmezdi. Böylesi bir düşünceye sahip olarak hareket edenlere ise büyük tepkiler yağardı.
Bazı ülkelerde böylesi dayatmacı ve baskıcı düşünceler faşizan bir tutum olarak adlandırılır. Yine bazı ülkelerde faşist-faşizan düşünceleri ya da tutumları bulunan hukukçular topluma hizmet vermek için aldıkları ya da bulundurdukları hukuk lisanslarını bile kaybedebilirler.
En Derin Saygı ve Sevgilerimle
Tolgahan Gülyiyen
KONUYLA İLGİLİ OLABİLECEK ARŞİV BAĞLANTISI
COVİD-19 AŞISI OLMAYA DÜNYADAKİ TÜM AŞÇILARI DAVET EDİYORUZ