NECİP ERTÜRK MÜNAZARASINA DAİR 

Bazılarının da bildiği üzere sosyal medya hesabında beni ağzına dolayan Necip Ertürk’ün şahsıma İngiltere kraliçesi göndermesinden ve benimde kendisine Mustafa Kemal Atatürk cevabımdan sonra bu makaleyi yazmam gerektiğine karar vermiştim.

Geçtiğimiz aylarda Sayın Necip Ertürk ile yaptığımız münazaraya dair ve ilgili konulardaki tüm samimi görüşlerimi bu makale ile değerlendirecek ve sizlerle paylaşacağım. Bilindiği üzere Necip Ertürk savunduğumuz değerlerle ilgili olarak kendisine yakışmayan tarzda ifadeler kullanmıştı.

Oluşturduğumuz tezlerden biri olan 26-30 Ağustos tarihlerinin Türk mutfağının zafer bayramı, Türk şeflerinin bayramı ve Türkiye aşçılar bayramı tezidir. Bu tezimizi destekleyen güçlü tarihi bilgiler ve analizler vardır. Her zaman dediğimiz gibi eğer oluşturduğumuz tezlerimizi çürütebilecek tek bir kişi veya topluluk var ise biz bu konuları karşılıklı münazara şeklinde konuşmaktan asla çekinmeyiz. Nitekim bu konularda da herkese açık davet yapmaktayız. 9 Eylül tarihinde bu tezimizi 9 sayfalık bir bildiri ile ilan etmiştik. Bunu da TAFED dahil bazı aşçılar federasyonlarına tebliğ etmiştik.

Yıllarca bazı çevrelerce sözde Türk mutfağına efsane şef olarak gösterilen Necip Ertürk bu konudaki çalışmalarımıza “Ayıp” diyerek bir ifadesini arkadaşlarımızın sosyal medya paylaşımında kullanmış. Söz konusu münazara esasen bu olaydan yaklaşık 2 hafta sonra yine Necip Ertürk’ün maalesef yakışıksız, seviyesiz cümleler kullanarak yaptığı yorumlarının ardından gereklilik olmuştu. İlgili durum karşısında bizzat ben bu konuya müdahil olarak kendisine saygı çerçevesinde bazı cevaplar vermiştim. Aramızda gerçekleşen münazaranın tüm kayıtlarını arkadaşlarımız tüm detaylarıyla arşivlemişler ve sitemizde kamuoyu ile paylaşmışlardır.  Kendisi ifade ettiğim konularda elle tutulur hiçbir söz söylememiştir. Yine kendisi sorduğum gayet mantıklı ve yerinde sorulara cevap vermek bir kenara, aklınca maalesef soyadımla dalga geçme cüretine dahi yeltenmişti. Hatta tüm bunları yaparken maalesef yalan söyleme pahasına bile bazı konularda ifadeleri olmuştu. Ancak tüm bunlara gerekli kaynaklar ile bizzat gerektiği gibi tarafımdan kendisine verilen en uygun cevap ile bu münazara benim açımdan sonlanmıştı.

Maalesef duydum ki kendisi şahsımı o günden sonra sosyal medya hesabında Türkçe yazabildiği cihetle diline dolamış. Çeşitli paylaşımlar yaparak bana kendince mesajlar yollamış.

Bunlar elbette kulağıma geldi. Elbette kulağımıza gelenler arasında başka konularda vardır. Tabi ki bunları söyleyenlerin kim olduğuna, konumlarına bakarak herkese cevap vermemiz ve muhatap almamız asla beklenemez. Ancak gerekli olan kişilere ve konumlardakilere cevaplar verirken ihtiyaç duyar isem onlarada değinebilirim.

Şahsen bu makaleyi kaleme alma gereği duymamın en önemli nedeni de Necip Ertürk’ün sosyal medya hesabından bana seslenerek “Bak sana efsanenin resmini gönderiyorum” derken kraliçe Elizabeth resmini yani kendi değimiyle kendisinin “efsanesini” bana gönderdiğini paylaşmasıdır. Bu paylaşımını da “Besmele çekmeyi unutma çarpılırsın” diyerek bitirmiştir.

Bunu arkadaşlarımız bana gönderdiğinde bende kendilerine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün milli mücadelemiz zamanında kuva-i milliye ruhuna özgü kalpaklı bir resmini göndermelerini rica ettim. Bu resim ile beraber de İstanbul İngiliz işgali altındayken giriş-çıkışlarda İngilizlerden izin alınması gereken ve üzerinde İstanbul yerine Konstantinopolis yazan seyahat izin belgesini de eklemelerini bilhassa rica ettim.

Necip Ertürk’ün o paylaşımı aslında savunduğumuz tüm değerlerle ilgili olarak ne denli haklı olduğumuzu bir kez daha kanıtlamıştır. Kendileri yıllarca belirli bir kesim tarafından Türk mutfağına sözde efsane olarak gösterilmiştir. Kimileri “yaşayan efsane” diyerek asla içini dolduramadıkları söylemlerle bu kişiyi nitelemişlerdir. Ben şahsen kendisine de ifade ettiğim gibi kendileri temsil ettiği değerler çerçevesinde bu güne kadar mesleksel anlamda bu değerlerin sahipleri tarafından elbette takdir edilir, edilecektir.  Keza kendisi kraliçe Elizabeth’in resmini paylaşarak bunun üzerine de kendince benim adımı ve bazı konuları yazarak bana bir gönderme yapmış. Yukarıda da ifade ettiğim gibi o paylaşımda da şunu ifade etmiş “Bak sana efsanenin resmini gönderiyorum” (demek istediği kraliçe Elizabeth)

Kendisine de ifade ettiğim gibi, Necip Ertürk yıllarca gelecek genç nesillerimize Fransız ekolünü ve yabancı hayranlığını aşılamıştır. Bana birçok kişi kendisine bir takım bazı sorular da sormamı istemiştir. Ancak ben bu konulara girmek istemediğimden o soruları sormaya gerek duymadım. Ancak bana "Bu soruları ona bir sor" diyenler kendisini aslında yakından tanıyanlardır.

BUNLARIN KARIN AĞRILARI YILLARDIR VAR, BUNLARIN KARIN AĞRILARI BAŞKA

Bazıları rahmetli Mustafa Kemal Atatürk’ün adını kullanarak kültürümüzle, Türk kültürüyle asla bağdaşmayan tarzda hal ve hareketler içine giriyorlar. Bu yetmiyormuş gibi Türk kültürünü savunanlara akıllarınca bazı yaftalar vurmaya çalışıyorlar. Bu her alanda olduğu gibi mutfak sanatları alanında da mevcuttur. Evet, biz bunların çoğundan çok daha fazla gerçek manada Atatürk’ü anlamaktayız ve o doğrultuda yıllardır tüm çalışmalarımızı yaptık, yapıyoruz. Ancak bunların karın ağrıları yıllardır var, bunların karın ağrıları başka. Bunlar bizim değerlerimizin ardına saklanarak yıllarca yabancı özentiliğini Türk kültürünü yozlaştırmak sanmışlardır. Modernliği yozlaşmak atfetmişlerdir. Ancak modernlik kendi değerlerini ve kültürünü bilerek çağa ayak uydurmakla olur. Çağın gerisinde kalarak kendi değerlerini yozlaştıranlar modernlikten bahsedemezler. Yine modernliği ve çağa ayak uydurmayı önleyen bir kültür yapısı veya bağnazlıkta asla düşünülemez.

 BİZİM EFSANELERİMİZ AYDIN YILMAZLAR VE ZEKİ GÜLYİYENLER'DİR

Şüphesiz ki herkes özgürce kendilerine ait olan değerleri kendi sosyal medya hesaplarında paylaşabilir. Tıpkı sözde Türk mutfağına efsane olarak gösterilmiş olan Necip Ertürk’ün Fransız şeflerini ve kraliçe Elizabeth’i kendi sosyal medya hesabında paylaşarak, bana da efsanenin resmini sana yolluyorum demesi gibi.

Ancak bizim nezdimizde Türk mutfağına efsane olarak gösterilecek kişilerde aradığımız değerler tamamen kendi kültürümüzle örtüşen konuları ilgilendiren değerlerdir. Buda kendi kahramanlarımıza göre Türk mutfağını şekillendirmekle olur. Evet ! Aydın Yılmazlar ve Zeki Gülyiyenler birçoğunun da bildiği gibi Türk mutfağı için gerçek manada efsane diyeceğimiz en önemli değerlerimizdir. Kendileri bu meslekte sayılamayacak kadar Türk mutfağı ustası yetiştirmişlerdir. Kendileri devlet kademelerine dahi önemli şefler yetiştirmişlerdir. Ayrıca Türk mutfağını dava olarak ele alan ve benimseyen ilk ustamız şehit Zeki Gülyiyen ustamızdır. Kendileri Türk mutfağına benliğini armağan etmişlerdir ve bu uğurda canlarından bile geçmişlerdir.

Necip Ertürk ise yazdığı onca kitap içinden sadece 1 tanesi Türk mutfağı üzerinedir. Birçok çalışması Türk mutfağından ziyade gelecek nesillerimize Fransız ekolünü özendirici çalışmalarıdır.

Kendisiyle yaptığımız münazarada kendileri çok övünerek anlattığı ve söylediği gibi “ben şuralarda çalıştım, şu madalyaları aldım. Oralarda hiçbir Türk şefi yoktu.” demektedir.

Tabi ki oralarda o madalyaları boyunlarına takanların bu ödülleri vermeleri için feragat etmemiz gerekenlerden biz asla feragat edemezdik. Bana 15 yaşımdan beri geleceğin Necip Ertürk ustası yakıştırmasını yapanlar bu sektörde bu gün bile çok iyi tanınanlardır. Bunlardan biriside İstanbul Çırağan’da çalıştığım sırada Tuğra şefi olan Sayın Aydın Demir’dir ve daha niceleri kendi ifadelerini yazdığım bir mektupta imzalayarak tasdik etmişlerdir.

BU CÜMLEYİ ASLA HAMASETLE VEYA KİBİR İLE SÖYLEMİYORUM: Hayatım ve kariyerim boyunca yerine göre redddettiklerim...

Hayatım boyunca ve kariyerim boyunca bugüne kadar açıktan olmasa da bana Necip Ertürk benzetmesi yapan herkesi reddetmişimdir.  Bu cümleyi asla hamasetle veya kibir ile söylemiyorum. Bu söyleyeceğim cümleyi gelecek nesillerimize bir şeyleri tam olarak anlatabilmek için söylüyorum: Hayatım ve kariyerim boyunca yerine göre reddettiklerim, bu meslekte çalışan birçok meslektaşımın ulaşmak isteyip de asla ulaşamayacağı şeylerdir. 

En basiti kimsenin boynuma savunduğum değerlere uygun olmayan veya başkasına ait bir şeyler takmasını asla kabul etmedim, etmem. Çünkü benim ve bizlerin temsil ettiği değerler çok kadim, derin, köklü, önemli ve yüksek manaları olan değerlerdir. İşte 20 Ağustos 2005 tarihli o belgeyi de Çırağan Sarayındaki ustalara bu yüzden bu konuları bir gün anlatabilmek için imzalatmışımdır. İşte o günler, bu günlerdir. Bu günlerde bazı şeyleri Türk milletine ve gelecek nesillerimize Türk mutfak sanatları alanında anlatabilmeme vesile olabilmesi için 2005 yılında o belgeyi imzalatmıştım. Çünkü ben o gün bu konularla ilgili Rahmetli babam, öğretmenim ve şefim Zeki Gülyiyen ile konuştuğumda bana çok önemli bir öğütte bulunmuştur. O öğütte bizim olanlarla ilgili bir öğüttür ve tüm bu konuları ilgilendiren bir öğüttü.  Ben o öğütü ve ona verdiğim sözleri hep tuttum, tutabilmek için azimle kararlılıkla tereddütsüzce, korkusuzca mücadele etmekten bir an bile geri durmadım. Hiçbir zamanda asla geri durmayacağım.

YAPTIĞIMIZ ÇALIŞMALARI YERYÜZÜNDE ÇÜRÜTEBİLECEK TEK BİR KİŞİ VEYA GRUP VAR İSE ORTAYA ÇIKSIN

Bana öyle bir Türk mutfağı efsanesi gösterin ki en az İspanyol bir şef olan Jose Andres kadar Türk mutfağına katkı sağlayabilmiş olsun. Necip Ertürk yaptığımız çalışmaları ayıp olarak nitelendirmişti. Bende kendisine yaptığımız çalışmalar sizin açınızdan ayıp bizim açımızdan ise gurur vericidir, bırakalım takdiri istikbalde Türk halkı versin diyerek cevabımı bitirmiştim.  Kendisinin ayıp olarak nitelendirdiği konu 9 Eylül 2020 tarihinde yayımladığımız 9 Sayfalık 9 Eylül bildirimizdir. Bu bildiriyle 26-30 Ağustos’un aynı zaman da Türkiye aşçılar bayramı, Türk mutfağının zafer bayramı, Dünya Türk aşçıları ve şefleri bayramı olduğunu ilan etmiştik. Bunun nedenlerini ise o 9 sayfada herkes çok iyi okuyarak anlayabilir. Her zaman ifade ettiğim gibi bu tezlerimizi, yaptığımız çalışmaları gerek Türkiye’de gerekse yeryüzünde çürütebilecek tek bir kişi veya grup var ise ortaya çıksın ve bu tezlerimizi bilimsel tarihi verilere dayanarak analizleriyle çürütsün. O durumda başta ben ve arkadaşlarım olarak bizlerde haksızmışız demekten asla imtina etmeyeceğiz. Ancak bu tezleri çürütebilecek hiç kimse olmadığının da çok iyi farkındayım. İşte o yüzden 26-30 Ağustos zafer bayramımız her anlamda bir zafer bayramıdır. Eğer Türkiye’de aşçılık alanında bir bayram kutlanacaksa bu bayramın tarihi de yabancılarca belirlenmiş olan tarihler değildir ya da birilerinin kendilerine göre içini dolduramadıkları günlerde oluşturdukları tarihler de kesinlikle olamaz. Bu tarih olsa olsa Türk aşçıları için dünyanın her yerinde 26-30 Ağustos tarihidir. Türk aşçıları için 26-30 Ağustos tarihlerinden daha uygun bir bayram tarihi kesinlikle yoktur.

BUNLARI EN İYİ ANLATAN TABİR UŞAKLIK ETMEK TABİRİDİR

Tabi ki bu konularda Necip Ertürk gibi düşünenlerin kendilerince kendi savundukları değerlere göre “Ayıp” demelerinin nedenleri bellidir. Çünkü bunlar yıllarca yabancı hayranlığı içinde boğulmuş ve birilerinin boyunlarına taktıkları madalyalarla, takdirlerle avunmuşlardır. Yıllarca başkalarına, başkalarının değerlerine hizmet ederek bizim değerlerimizi de aşağılama konusunda bunlara uşaklık etmişlerdir. Evet, bu tabiri kullanmak zorundayım “uşaklık etmek” tabiri buraya en uygun tabirdir. Ben her zaman tüm farklılıkların en büyük zenginliğimiz olduğunu savunan ve savunmakta olan biriyim. Ancak bazıları başkalarının farklılıklarına saygı duymak yerine onlara saldırmayı seçmektedir. Bu durumda ise ortaya başkalarının değerlerini kullanarak bizim olana saldıranlar peyda olmaktadır. Bunları da en iyi anlatan tabir uşaklık etmek tabiridir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi herkes kendi değerlerine göre istediği paylaşımları yapmakta ve istediği kelimeleri kullanmakta elbette özgürdür. Ancak bunları yaparken kendilerini üstün görürcesine ve başkalarını da hor görürcesine, aşağılarcasına saygısızca bunu yaparlarsa işte orada içimizdeki uşakların asıl yüzleri ve neye hizmet ettikleri ortaya çıkar. Tüm bunları da yaparken bizim değerlerimizi işlerine geldiği zaman asıl hizmet ettikleri konulara kalkan yapmaya çalışmaktan da asla çekinmeyenler vardır. Ancak bunlar başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu değerlerimizi tamamen işlerine geldiği gibi yorumlamaktadırlar. Bunları yaparken Mustafa Kemal Atatürk gibi düşünmek bir kenara tamamen onun ilkelerine ve düşüncelerine de zıt olarak mesleğimizle ilgili çalışmaktadırlar.  Mesleğimizde olan yozlaşmalara ses çıkartmak bir kenara bunu aşırı derecede körükleyenler vardır.

TÜRK DİL KURUMU HANGİ AMAÇ İÇİN KURULMUŞSA...

Bunlara rağmen en basit örnek olarak Türk dil kurumu hangi amaç ile Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuşsa, bende bizzat Dünya Türk mutfağı akademisini o amaç ile uzun yıllar önce kurmuş ve ilgili alanlarda çalışmalara başlamasını temin etmişimdir. İşte bazı konuları anlamak ve Mustafa Kemal’i anlamak sadece belirli günlerde onun resmini paylaşmak ile asla olmaz. Bazıları değerlerimizin ardına saklanıp asıl emellerini farklı yönde göstermektedir. Bizim üstümüze düşende bu konularda sapı samandan ayırmak ve her zaman gerçek hakikati batıl olana tercih etmektir. İlgili tüm konularda samimi olmaktır. 

Birileri çıkıp bizi de bazı konularda kendilerince yaftalayabilirler. Ancak doğduğumuzdan beri tek bir cümlemiz veya tek bir ifademiz yoktur ki bu güne kadar bir tanesi dahi kendisiyle çelişmiş olsun. Doğduğumuzdan bu güne kadar tek bir ifademiz yoktur ki başka kültürlere ve değerlere yadırgayıcı, aşağılayıcı ve nefret söylemleri ile yaklaşmış olalım. Bizler her zaman her kültüre ve farklı renklere hoşgörü ile yaklaşmış olan atalarımız gibi bir vizyonu kendimize edinmişiz. Bizler bizim olana saldıranlarla mücadele ederken başkalarının olanlara ve tüm farklılıklara da yüksek saygı göstermek gerektiğinin hep bilincinde olmuşuz.

SAPLA SAMANI BİRBİRİNDEN AYIRT ETMEK GEREKİR

Ancak tüm bunları yaparken de sapla samanın birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini hep savunmuşuz. Türk mutfak sanatları kültürüne yabancıların eliyle yozlaştırma faaliyetleri yürüten içimizde uşakların elbette farkında olmalı ve sapla samanı ayırt edebilmeliyiz. Bunu yaparken burada asıl amacımız bizim olanı korumaktır. Bizim olana başka değerler üzerinden saldıranlara karşı olarak net tavır ortaya koyabilmektir. Bu net tavrı ortaya koyarken bizim kültürümüze ait olanlar ile ait olmayanları ayırıcı çalışmalar yapabilmektir. Bu çalışmaları da bizi biz yapan en büyük zenginliğimize yani tüm farklılıklarımıza yüksek saygıyla yaklaşarak yapmaktayız.

Ancak başka mutfak kültürleriyle bizim olanı yozlaştıranlara, bunları kasıtlı olarak yapanlara, kişisel menfaat elde etmek için yapanlara da gerektiğinde en sert tepkiyi verebilmeliyiz. Bu bizim kendi kültürümüzü, kendi mutfak sanatları kültürümüzü bizdenmiş gibi görünenlere karşı korumakla ilgili bir reflekstir. Çünkü söz konusu kişiler hiçbir zaman bizim olana saygı duymamış hatta aşağılamış kişilerdir. Tıpkı Necip Ertürk’ünde yıllarca içerisinde bulunduğu durum gibi. Bu kişinin bize ait olan ve savunduğumuz değerlerle aslında kendince nasıl dalga geçtiğini gerek ABD’de gerekse Türkiye’de kendisini tanıyıp da bilmeyen yoktur.  Kraliçe Elizabeth’in resmini benim adımı kullanarak ve bana onu efsane olarak göstermek suretiyle paylaştığı paylaşımını da kendince “Besmele çekmeyi unutma çarpılırsın” diyerek bitirmiştir. Bazı şeyleri anlamakta ve teyit etmekte ben tüm bunların iç yüzlerini bildiğim için hiç zorlanmıyorum. Ancak bunları bilmeyenlere de mümkün olduğunca anlatmaya devam edeceğim.

BİZ KİMSENİN DEĞER YARGILARINI YARGILAMA KONUMUNDA DEĞİLİZ, ANCAK...

Şurası muhakkak gerçek ki ne ben, nede bizlerden birisi hiçbir zaman kişilerin değer yargılarını yargılama konumunda kendimizi kesinlikle görmedik asla da görmeyiz. Ancak Necip Ertürk gibiler bu konularda kendilerini buralarda konumlandırmaktadırlar. Kendisiyle olan münazaramda da ona ifade etmiştim. Bana kendince hiç bilmediği bir konuda ithamda bulunurken ona cevaben şunu söylemiştim. “Bizler sizin ne yanlısı olup, ne yanlısı olmadığınızı çok iyi biliyoruz ancak bu bizi ilgilendirmez.” Evet, bu konular kesinlikle bizi ilgilendirmez. Ancak bizi ilgilendiren konular Türk mutfağına elle tutulur ne kattığı konularıydı. 

Kendisi bu sorularımıza cevap vermektense, başka konularda yorum yapmayı tercih etmişlerdi.

Ben Necip Ertürk’e makul sorular sordum.

Ona aynen şöyle dedim “Sizle bayramlarda sizi tanıyanlar vesilesiyle konuşmuş biriyim. Sizi tanıyanları çok iyi tanıyorum. Sizi tanıyanların bana sizi söyleyerek ithaf ettikleri her şeyi de reddeden biriyim. Bu konuda kullandıkları ifadeleri de imzalatıp belgelendirmiş biri olarak söylüyorum. Sizin yaptıklarınız kendi alanında tebrik edilmeyi hak etmiyor iddiasında değiliz. Ancak sizin ABD’de açtığınız Fransız özentisi restoranlarınızı neden kapatmak zorunda kaldığınızı sizi en iyi tanıyanların ağzından dinledim. Sizin gezdiğiniz yerlerde dolaştım ve Türk mutfağına gerçek manada katkı sağlamış bir şef olarak Washington D.C. 'de Zaytinya adıyla hizmet veren ve Jose Andres’in kurduğu restoranı ile karşılaştığımda sizin söylediklerinizin çok değersiz kaldığını gördüm. Sizler burada yıllarca Fransız mutfağı ekolünü gelecek nesillerimize bilinçaltında gösterdiniz. Yazmış olduğunuz kitaplar içerisinde elbette Türk mutfağı olan 1 kitap var ise geri kalanları Fransız ekolünü özendiren çalışmalarınızdır. Size bu konuda sitem ettiğimizi de düşünmeyin. Bu herkesin kendi tercihidir. Ancak ben yabancı bir şef olan Jose Andres’in Türk mutfağı adına yaptığı çalışmalarını ve tamamen Türkçe isimle açtığı Zaytinya’daki başarısını sizden ve sizin buralarda Türk mutfağı adına yapamamış olduklarınızdan çok daha önemli görüyorum. Mesele nerelerde çalıştığınız değil. Gelecek nesillere neyi öğretip, ABD’de Türk mutfağı İçin kaç tane usta yetiştirmiş olduğunuz ve Türk mutfağını en az Jose Andres kadar temsil edip edememiş olmanızla alakalı. Bu konuda dediğimiz gibi sizin 1 ya da 2 açtığınız Fransız restoranınızdan ziyade Türk mutfağı diyebilmeniz için önce en az İspanyol bir şef olan Jose Andres kadar Türk mutfağını ABD’de temsil etmiş olmanız gerekirdi. Ancak siz daha çok Fransız ekolünü bize miras bırakmak istediniz. O yüzden bu konularda bizim efsane anlayışımız size yaklaşanların ve yurt dışında çalışmış olmayı efsane sananlarınkinden çok başka.”

Kendileri bu düşüncelerimi itham olarak değerlendirmişlerdi Ancak bunlar itham değil hakikatlerdi.

Bizler Türk mutfağı için birisine efsane derken veya nitelerken buradaki kriterleri değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum. Birisi çıkıp Türk mutfağı derken bunun içerisini neyle dolduruyor diye sormalıyız. En azından yaptıklarıyla söylemleri çelişiyorsa orada bazı şeyleri düşünmeliyiz.

İşte bende bunları ve Türk mutfağı ile ilgili olarak daha birçok önemli konuları düşündüğümden ötürü Necip Ertürk’e aşağıdaki ifadeleri kullandım.

“Sizi itham eden ya da suçlayan yok. Türk mutfağına 60 yıl hizmet ettiğinizi söylerken Fransız ekolüne gelecek nesilleri özendirdiğinizi biliyoruz. ABD’de Türk mutfağı restoranı açmış birisi değilsiniz. 60 yıl içinde Türk mutfağına hizmet etmenin karşılığı Fransız restoranı ile bunu taçlandırmaksa siz bu hizmeti maalesef çok yanlış anlıyorsunuz demektir. İstediğiniz şekilde restoran açmış olabilirsiniz. Buna da saygı duyuyoruz. Ancak Türk mutfağına hizmet ettim derken Fransız restoranı açmış biri olarak bu bize inandırıcı gelmiyor. Yine ABD’de yabancı bir şef olan Jose Andres kadar Türk mutfağını temsil edememiş ve onun açtığı Zaytinya gibi tamamen Türkçe menüler uygulayamamış biri olarak bize “Ayıp” dedikleriniz üzerinden ve sözde soyadımla dalga geçtiğinizi sanarak kullandığınız ifadeler üzerinden fikirlerimi belirtiyorum. Sizin Türk mutfağı için değil daha çok Fransız ekolünü gelecek nesillerimize özendirmiş olmanız bir itham değildir. HAKİKATTİR. Aksi olsaydı bahsini ettiğiniz 60 yıl içinde burada en azından Fransız restoranı açmak yerine Türk restoranı açardınız. O durumda burada demek istediklerinize de değer verirdik. Ancak şu durumda söylediklerinizin hiçbir değeri yok. Sözlerinizin içini de dolduramıyorsunuz. Bunun yerine soyadıma üstünüze vazife olmayan şekilde dalga geçtiğinizi sanıyorsunuz. Bunlar size yakışmıyor. Kimse sizi yaptıklarınızla ya da yapmadıklarınızla ilgili suçlamıyor. Siz eğer ABD’de Türk mutfağına 60 yıl hizmet ettim iddiasındaysanız bunun içini nasıl doldurduğunuzu soruyoruz. ABD’de ya da Türkiye’de kaç tane Türk mutfağı şefi yetiştirdiniz? Gelecek nesillerimize hangi şeflerimizi ve mutfakları örnek gösterdiniz? Yazdığınız kitaplarda 1 Türk mutfağı var ise 8 Fransız ekolünü özendiren çalışmalar vardır. Burada fikir beyan ediyoruz. Bu fikirlerde dayanaksız laf olsun diye söylenen fikirler asla değildir. Sizin çalışmalarınız Fransızlar tarafından önemli derecede takdir edilebilir. Yine bizim içimizdeki Fransız özentisi kişilerce de takdir edilebilir. Ancak bizim sizi efsane olarak kabul etmememizin nedenlerini size ve kamuoyuna anlattık. Fikirlerimizi paylaştık. Bu konuda elbette takdiri Türk halkı ve Türk mutfağı sevdalıları bir gün verir. Ne mutlu Türk mutfağı diyene !”

YANDAŞ MEDYA MADEM BİR HAKARET ARIYORDU, O ZAMAN NEDEN...

Ben kendisine verdiğim tüm cevaplarımın ardına “saygılarımla” diye bitirdim. Ancak bazı yandaş medya bu konuyu aldı ve hakaret diye ortaya çıkartmaya çalıştı. Hakaret bunların neresinde? Bir kere hakaret ile düşünce arasındaki farktan habersizler. Madem bir hakaret arıyorlardı neden soyadımla dalga geçerek beni aklınca rencide etmeye çalışan ve hakaret etmeye çalışan Necip Ertürk’e sen hakaret yaptın dememişlerdi. Çünkü diyemezlerdi, onlarında anlayışları özenti üzerine kurulmuştu. Yıllarca bizi bunların etkisinde başka mutfak kültürlerine özendirmek zorunda bırakmışlardı. Yıllarca Türk mutfağı diyenlere oyun içinde oyun kurarak eziyet etmişlerdi.

İşte o yüzden bizlerin efsane anlayışları çok farklıdır. İşte o yüzden bizler Türk mutfağına efsane olmanın ön şartının her şeyden önce Türk mutfağına karşılıksız hizmet etmekten geçtiğini savunanlarız. Bu hizmeti yaparken de benliğini Türk mutfağına armağan edenler bizleriz. Bu armağanı ise başkalarının, başka yabancı mutfak sanatlarını temsil eden grupların sırf kendilerinin bizlerin boynuna takmak istedikleri madalyalarını reddederek bizi alkışlamalarını reddederek yapıyoruz. Çünkü bizim temsil ettiklerimiz, öz değerlerimizle ters düşen hiç bir şeyi boyunlarına takmayanlar ve taktırtmayanlardır.

Saygılarımla

Tolgahan Gülyiyen

logo-tolgahan.jpg

TMDH ARŞİV - MÜNAZARA KAYITLARI İÇİN LÜTFEN BURAYA TIKLAYINIZ 

TMDH ARŞİV - İNGİLTERE KRALİÇESİ GÖNDERMESİ HABERİ İÇİN LÜTFEN BURAYA TIKLAYINIZ

TMDH ARŞİV - İLGİLİ KONUDA HAKARET İDDİASINDA BULUNAN YANDAŞ MEDYANIN HABERİ İLE İLGİLİ LÜTFEN BURAYA TIKLAYINIZ

 

Aşağıda yer alan yazı Sayın Tolgahan Gülyiyen'in yukarıdaki konuyla birlikte değerlendirerek farklı konulara da değinmiş şekilde kaleme aldığı düşüncelerini içermektedir. Sayın Tolgahan Gülyiyen'in arşivlerimizde olan bu yazısı 1 Ocak 2022 tarihinde yukarıdaki konulara ek güncelleme olarak buraya eklenmiştir.

Sayın Tolgahan Gülyiyen'in ek düşünceleri;

 

NEDEN MENGEN UZUN YILLARDIR MESLEĞİMİZLE İLGİLİ BİRÇOK ŞEYİN GERİSİNDE KALDI VEYA GERİDE BIRAKILDI

Uzun yıllardır Mengen mesleğimizle ilgili birçok şeyin gerisinde kaldı. Yıllarca Mengen’e tek çivi dahi çakmamış olanı, Türk mutfağına yurt içinde ve yurt dışında kaç usta şef aşçı yetiştirdiniz denildiğinde cevap bile veremeyeni ve yıllarca Fransız ekolünü gençlerimize özendirmiş olanı sırf ABD’de çalışıyor olmasından ötürü “efsane, aşçıların kralı, dünya aşçılar kralı” diye bize yutturmaya çalıştılar. Bu konuda da bazı çevreler başarılı da oldular diyebiliriz. Şahsıma arkasında “Şu bayrak var.” Diyenler Sayın Necip Ertürk’ün arkasında hangi bayrağı görmüşlerdi ve onu “efsane, aşçıların kralı, dünya aşçılar kralı” diye topluma sunmuşlardı diye sorduğumuzda cevap veremiyorlar. Ama hakikat ve mantık çerçevesinde düşünüp bazı konuları incelemesine sorgulamakta fayda vardır.

Bu kişi ABD’den Türkiye’ye yazı yazmaya çalıştığında Amerika’daki gururumuzdan mesaj var diye haber yaparlar. Burada yazdığım ve söylenmesi gereken gerçekleri, düşünceleri yazan, düşünen ve sorgulayan biri yazı yazdığında ise aralarında başka konularda dedikodular yaparlar. Sözde yaşayan değerlerimize saygıdan bahsedenler sanki saygısızca ifadeleri yazan o sözde değer atfettikleri kişi değilmiş gibi… Kısacası yaşayan değer dedikleri kişinin soyadıma veya bana olan ahlaksızca yaklaşımına hiç bakmazlar.

Mengen’e ziyareti dışında bir katkısı olmayan veya Mengen’e tek çivi bile çakmamış olan sözde efsane dedikleri kişinin kendi menfaatleri doğrultusunda yapmış oldukları elbette başta Fransızlar tarafından övülmeyi hak etmektedir. Kendisine de ifade ettiğim gibi: Kitaplarında 1 Türk Mutfağı varsa 8 Fransız özentisi yaklaşımlar vardır. Ama kimse bunu konuşmaz konuşmak istemez. Hatta görmezden gelmek isterler. Peki Neden?

Mesela kendisinin Fransız özentisi restoranı ve bunu neden kapatmak zorunda kalışını da kimse konuşmaz. Mesela Jose Andres’in bile Türkçe menülerle yıllarca Türk mutfağının tanıtımını yapan Zaytinya restoranı bize kanıtlıyor ki; Jose gibi İspanyol bir şef bile Türk mutfağına sözde efsane gösterdiğiniz kişiden çok daha fazla katkı yapmıştır. Ancak Türk mutfağına ve Türk aşçılarına hiçbir vizyon gösterememiş olan birine yukarıdakileri söyleyenler, sözde “aşçılar kralı” bile diyebilenler; Mengen’in Türk Mutfağı için bize ifade ettiği değeri de kaybetmesinin yolunu açmışlardır. Mengen ne yazık ki mesleğimizle ilgili dünyada ön plana çıkartılması gerekirken yurt içinde bile değer kaybına uğramaktadır. Örneğin sözde “efsane, aşçıların kralı, dünya aşçılar kralı” dediğiniz kişi ABD’de kaç kişiye Mengen’den ve Mengen’imizin hem mesleğimiz hem de Türk mutfağı açısından ne anlam ifade ettiğini insanlara ya da yabancılara anlatmıştır?

Türk Mutfağı, Osmanlı mutfağı ve aşçılarımız için çok önemli bir geleneğin temsilcisi olan Mengen, son 20 yılda nereye geldi ya da getirildi? Bunlar üzerine de detaylıca düşünülmelidir. Böyle mi olması gerekiyordu. Peki bunun nedenleri nelerdir? Örneğin Gaziantep’in Gazi unvanını atarak yapılan reklamları saymazsak, Gaziantep şehrimiz mutfak sanatlarımızın tanıtılması konusunda Mengen’den veya Bolu’dan çok daha önemli bir konuma geldi ve getirildi. Elbette tüm şehirlerimiz kendi temsil ettikleri kültürel değerlerle dünyada önemli bir konuma gelmelidir veya getirilmelidir. Ancak Mengen’imiz aşçılık ve mutfak sanatları alanında çok önemli bir geleneğin, çok önemli bir kültürel değerin nesilden nesillere asırlar boyu süregelen bir temsilcisiyken neden bu gibi konularda geri kaldı ya da geri bırakıldı? Bunlar üzerine de hep beraberce detaylı şekilde çözüm önerileri üreterek düşünmeliyiz diye düşünmekteyim.

Saygılarımla

Tolgahan Gülyiyen

logo-tolgahan.jpg

logologo3wtca1logo tolgahanzg logo