AŞÇILIKTAN DEVLET ADAMLIĞINA, GEDİK AHMET PAŞA
Aşçılık “kutsal meslektir.” demek ile kutsal olmaz. Onu konumlandırdığımız yer çok önemlidir. Bazı İnsanların ülkemizde bir aşçıya muameleleri hala saygısızcadır. Aşçıyı hor görmek asla kabul edilemez. Bundan 20 yıl önceye kadar aşçılara kız verilmez denirdi. Şimdi o zamana göre popüler bir meslek gibi görünüyor olsa da bu mesleğe hala saygısızca yaklaşanlar çoktur.
Aşçılık yeryüzünde Dünya döndükçe var olacak ve kabul görecek bir meslektir. İşte o yüzden biz aşçıların vizyonu çok geniştir, geniş olmak zorundadır.
Her aşçının içinde bir Gedik Ahmet Paşa olmalıdır. Gedik Ahmet Paşa kim midir? Osmanlı Devletinde Aşçılıktan Sadrazamlığa yükselmiş olan devlet adamıdır. Atalarımız aşçılık mesleği ile meşhurdur. Bunun dışında her alanda kendimizi geliştirerek farklı meziyetler öğrenebilir ve her anlamda var olan yeteneklerimizi ortaya çıkartabiliriz. Bu konuda hiçbir aşçı kendisini hor görüp küçümsememelidir. Hatta aşçıları hor görenlere alt tarafı çorba pilav yapıyorlar sanki atomu parçaladılar diyenlere inat: Bizim mesleğimiz Dünya üzerinde vizyonu en geniş meslekler arasında olan ve her bakımdan en önde gelen bir meslektir.
Evet ! Rahmetli öğretmenim ve şefim Zeki Gülyiyen'in sözü olan “Doktorlardan sonra biz aşçılar geliriz” sözü de bu anlamda Türk aşçılarına önemli bir vizyon göstermektedir. Bu söz insan sağlığı açısından da anlam ifade ettiği kadar aslında her açıdan anlam ifade etmektedir. Herkes bir doktora yüksek saygı duyar. Birçok evde genç kızların doktora veya mühendislere gelin gitmeleri istenir. Eskiden aşçıya kız mı verirlerdi. Şimdi yeni yeni popüler görünüyor ancak hala toplumda küçümseme var.
Aşçı yemek yapar gibi gerektiğinde satranç oynayabilmelidir. Satranç oynayabilen aşçılar gerektiğinde Türk mutfağı için mutfak sanatları siyaseti de yapmalıdır. Biz aşçıyız bunlardan anlamayız diyenler tamamen cahil cühelalardır.
Bir aşçı hiçbir gurme veya yemek yazarından daha değersiz değildir. Hatta her anlamda küçük yaşlardan itibaren bu meslekte yetişmiş iyi bir aşçı aynı zamanda gurme ve yemek yazarıdır.
Örneğin Vedat Milor’e olan tepkimle ilgili yazımı okuyanlar hatırlar. Kendisi yemek eleştirmenliğini bırakıp bizlerin karakterine uzanmıştı. Buna neden biziz. Çünkü kendimize ve mesleğimize olan güvensizliğimiz, hayatında asla bir aşçı gibi fedakârlıklar da bulunmamış bir kişi karşısında eziliyor. Bu yüzden “asla dik duramıyorlar” diye Vedat Milor’de Türk şefleri açısından karşılık buluyor. Ancak burada kabahati kendi aralarında güya arslan kesilen bazı meslektaşlarımızda da aramak gerekir. Hiçbir mutfak deneyimi olmayan ama bulyon reklamlarında oynayan yemek yazarları karşısında süt dökmüş kedi misali olan bazı dik duramayan şefler böylelerine gereğinden fazla prim yaptırtıyor. Aynı gurme kişilik, yurt dışında ise 3 yıldızlı restoranlarda oradaki şefe yeni bir şeyler öğretmeye kalkıyor. O restoranın şefi olan kişi zaten kendisine göre ulaşacağı en iyi yerde niye bozsun ya da seni dinlesin?
Doğal olarak yurt dışında Türkiye’de gördüğü itibarı göremeyince şikâyet ediyorlar. Çünkü buralarda gurmeler ya da yemek yazarları kendi reklamlarını yaparak para kazanmazlar. Yurt dışındaki çoğu yemek yazarının sadece isimleri veya takma adları olur. Fotoğrafları ise tam olarak tanınamayacak şekilde ilgili gazete veya dergilerde yayımlanır. Bunun en önemli nedeni de kendilerinin ziyaret edecekleri restoranlarda ayrıcalıklı muamelelere maruz bırakılmalarını engellemek. Ancak bizde ise gurmelik ya da yemek yazarlığı meşhur olmalı gösterişli olmalı mantığı ile yürüyor. Maalesef bu yüzden de söz konusu kişiler kendilerini çok önemli gurmeler sanıyorlar. Ancak bu fiyakaları maalesef Türkiye sınırları dışında pek işe yaramıyor.
Gedik Ahmet paşaya dönecek olursak;
Cennetmekân Fatih Sultan Mehmet Han, bir gün veziri Mahmut Paşa ile tebdili kıyafet geziyormuş.
Pazar yerinde bir yeniçeri aşçısının her tarafa sataşarak azarlar savurduğunu işitmiş ve sebebini merak ederek Mahmut Paşayı, bu konuda görevlendirmiş.
Sebebini anlaması için aşçının yanına giden Mahmut Paşa adama yaklaşarak herkesi azarlamasının sebebini sormuş. Adam anlatmaya başlamış.
“Sabahtan akşama kadar gezdim, dolaştım, bir okka et dahi bulamadım ve yemek pişiremedim. Nasıl geri döneceğimi düşünerek hırsımdan, hiddetimden uluorta azar edip etrafa sataşıyorum. Ne yazık ki memleket işlerine bakan da yok. Bu yüzden her ne ararsan ara bulunmuyor. Bu işi bana verselerdi dünyayı gıda maddeleriyle doldururdum. Herkes de her aradığını bulurdu. Fakat elden ne gelir?”
Mahmut Paşa aşçıyı dinledikten sonra bu durumu Padişaha anlatır. Fatih Sultan Mehmed Han, bu adamın adını yazar ve saraya dönünce onu görmek istediğini söyler. Hemen yeniçeri aşçısını getirdiler ve huzura çıkartırlar. Padişah da onu muhtesipliğe (Belediye Başkanlığı veya Pazar sorumlusu anlamında) tayin ettiğini söyler.
Aşçı adam hemen elini kolunu sıvayıp çalışmaya başladı. Görevini çok iyi idare eder ve İstanbul’u kısa bir zaman içinde bolluğa kavuşturur. Onun bu muvaffakiyeti, doğru, dürüst bir adam olması yüzündendi diye söylenir. Bunun neticesi olarak süratle ilerler ve günün birinde vezir olur. Sonunda Fatih Sultan Mehmet Han onu sadrazamlığa tayin eder. İşte, Gedik Ahmet Paşa adıyla meşhur olan tarihi şahsiyet odur ki aşçılık mesleğinden başka ufuklara da bakabilmesini bilmiştir.
Denir ki Gedik Ahmet paşa yalnız şikayet etmeyi değil, şikayetin sebeplerini de ortadan kaldırmayı bilen bir zat imiş. Hâlbuki şikâyet edenlerin çoğu yalnız şikâyet etmeyi bilir, fakat işleri düzeltmek için çalışmazlar.
Şu halde bizler şikayet ettiğimiz kadar her anlamda proje ve fikirler üreterek işleri de hal yoluna koyacak çalışmalar yapmakla da sorumluyuz. Bu da en başta Türk mutfağı ile ilgilidir.
Elbette bizim ortaya koymuş olduğumuz bu tarz entelektüel bilgiler birilerinin özellikle kendi meslektaşlarımızın bile hoşuna gitmeyebilir. Çünkü bunların birçoğu maalesef kıskançlık ateşiyle yanmaktadırlar. Ancak kıskançlık gömleğini giyenler önce kendilerini yakarlar. Hiç şüphesiz Allah doğru olanların yol göstericisi ve yardımcısıdır. Şu halde bizim yaptığımız çalışmaları kıskananlar veya düşüncelerimize haklı olarak elle tutulur hiçbir argüman sunamayanların ne söylediklerinin de hiçbir önemi olmamalıdır. Önemli olan kendimize hedef olarak seçtiklerimizdir. Bu hedefler eğer başarılabilecek hedefler ise çıtayı ne kadar yüksekte tuttuğumuzun hiçbir önemi olmayacaktır. Çünkü ancak yeterli donanımı olanlar ulaşabilecekleri kadar yüksek hedefler koyarlar. Yeterli donanımları olmayanlar ise hedef koymak bir kenara sadece oldukları yerde kalırlar.
Saygılarımla
Şef Tolgahan Gülyiyen