DİJİTAL ÇAĞDA UTANMA VEYA REZİL OLMA DUYGUSU - Türk Mutfağı Hareketi

DİJİTAL ÇAĞDA UTANMA VEYA REZİL OLMA DUYGUSU

tolgahangulyiyen1453-1923.png

Bu yazımda sizlere içinde bulunduğumuz dijital çağın dünyamızda neredeyse tüm toplumlara yaşatmakta olduğu ahlaki çöküşü mutfak sanatları alanından da değerlendirerek anlatacağım. Yazımın başlarında ve ortalarında genel olarak öncelikle sosyo-kültürel bir takım konulara değindikten sonra bazı analizlerime yer vereceğim. Bunları yaparken de ilgili tüm konulardaki fikirlerimi doğrudan ve dolaylı olarak destekleyen bilgilerle mümkün olduğunca geneli kapsayacak bir şekilde herkesin anlayabileceği tarzda ifade etmeye çalışacağım. İşte tüm bunları irdelerken ilgili sosyolojik ve kültürel veriler ışığında toplumsal olarak kendimize de bir ayna tutmaya çalışacağım.

Gelişen teknolojinin getirdiği faydaların yanında toplumlardan götürdükleri de oldukça fazladır. Özellikle gelişen sosyal medya ile teknolojinin, kadim kültürel değerleri ve aile yapısı olan medeniyetlere olumsuz etkileri aşikârdır.

Neredeyse hemen hemen her konuda birçok şeye ellerimizde tuttuğumuz telefonlarla ulaşabildiğimiz bir dijital çağdayız. Yüz yılın icadı niteliğinde olan akıllı telefonlar eski kuşak insanları bile kendilerine bağımlı hale getirmeye başladı. Hatta daha 5-6 aylık bebeklerin bile ağlamamaları karşılığında aileleri tarafından önüne konularak ilgisini çekmekte olan bu telefonlara bağlanma yaşı maalesef artık bebeklik çağlarında başlıyor. Çocukları bir kenara bırakalım, bazı bebekler bile daha 1-2 yaşlarına varmadan bu telefonları yetişkinler gibi kurcalayarak neredeyse kullanmaya başlayabiliyor.

Hiç şüphesiz ki tüm bu teknolojik gelişmelerin ve sosyal medyanın bize getirdiği faydaları kadar zararları da göz ardı edilemeyecek düzeydedir. Hatta belki tüm bunların faydalarından daha çok sosyo-kültürel anlamda zararları mevcuttur.

Bende bu yazımda elimden geldiğince bu meseleyi mutfak sanatları kültürümüz alanında mesleksel olarak da değerlendirmeye çalışacağım.

Birçok alanda utanma ve rezil olma duygusunu maalesef kaybettik. O damar belki hala bir yerlerde var. Ancak bize o damarın parçası olan utanıp, rezil olma gibi duyguların önemsiz olduğu söylenmeye çalışılıyor. En azından bu yönde toplumsal alanda sosyo-kültürel bir algı oluşturulmuş durumda. Bu algının sonuçlarını ise yetişen yeni nesillerin ya da ahlaksızca paylaşımlarda sınır tanımayan bazılarının sosyal medya paylaşımlarında fazlasıyla görmek mümkündür.

Televizyonların bazılarındaki bir takım programlar ve hatta diziler gelişen tüm teknolojik imkânları bu sosyo-kültürel yozlaşmaya katkı sağlar bir şekilde insanlara sunabiliyor. Buna benzer  aynı durum sosyal medya içinde geçerlidir. İşte tüm bunların karşılığı olarak da her iki platformda bir birine benzer şekilde karşılıklı olarak birbirlerini tamamlayıcı programları veya paylaşımları karşımıza çıkartıyor. Tabi ki tüm bu konularda faydalı yayınları veya paylaşımları ayrı tutuyorum. Ancak büyük çoğunlukla genel olarak buralarda karşımıza çıkartılmakta olan söz konusu tüm programlar veya paylaşımlar insanların ilgisini neyin çekip nelerin çekmediğine göre şekilleniyor. 

"Bu gün ne giysem,

Bu gün ne yesem, Bu gün havalı olarak ne pişirsem…

Bu gün nerede ne keyfi yapsam da sosyal medya da paylaşsam…"

"O bunun hakkında şunu söylemiş, şuda bunun dedikodusunu yapmış."

"O kişi falanca kişi hakkında sert sözler söylemiş, öbürüde ona sert cevaplar vermiş." Önemli flash haber...

veya

“Ahmet bu gün bunu yapmış sosyal medyasında paylaşmış çok havalı”

“Zeynep bu gün şuraya gitmiş şu butikten şunları bunları almış. Giyinip, süslenip havalı bir fotoğrafını internete koymuş…”

“O yeni arabasını paylaşmış, benim neyim eksik…”

“Şu halde bizim neyimiz eksik acaba kime nasıl hava atsam da bende altta kalmasam veya bir şekilde ilgi çeksem…”

ya da

Servet değerinde diye haberleştirilen ve topluma sunulan sadece belli amaçları bulunan haberler, sosyal medya paylaşımları…

İşte tüm böylesi benzer düşüncelerin ve anlayışların bir sonucu olarak bilindiği üzere sosyal medyada gelir düzeyine göre en alttan en tepeye kadar neredeyse hemen hemen herkesin bir yarış içinde olduğu türlü türlü paylaşımlara rastlamak mümkündür. Bu paylaşımlar gerek sosyal medyada, gerekse yazılı görsel medyada çok önemlilermiş gibi Dünya’da milyonlarca insana süsleyerek gösteriliyor.

Hatta tüm bu konularda sivrilerek uzman olmuş kişiler, sanki birer toplumsal figür veya örnekmiş gibi insanların karşısına çıkartılmaktalar. Bu vasıfsız kişilerin neredeyse her yaptıklarının hem magazinsel hem de güncel anlamda haber değeri olan kişiler gibi değer gördükleri de herkesçe malumdur. Tek vasıfları yukarıdaki çerçevede paylaşım yapmak olan ve topluma sözde örnek gibi gösterilen bu kişilerin insanların önüne sanki ulaşmaları gereken bir seviye gibi sunulması maalesef dünya'da toplumsal yozlaşmaya sebep olmaktadır.  

Covid-19 ile tüm dünyanın içinde bulunduğu durum, her gün ölen binlerce insanın akıbeti hepimiz için, herkes için her anlamda bir ibret niteliğindedir.

Belki bazı varlıklı insanlar tüm bu durumları açıklamak için “sonradan görmeler” olarak tüm bunları kendi aralarında da açıklayabilirler.

Her hâlükârda gerek dünyada gerekse ülkemizde onca değerli yetişmiş vasıflı insanların ise gerçek manada hak ettiği değeri görmediği hususu acı bir gerçektir. Onlarca yıl dirsek çürüterek kendi alanlarında gerek akademik manada bilimsel çalışmalar yapan gerekse de insanlık için önemli meslekler icra eden araştırmacıların, yetişmiş vasıflı insanların popülerlikleriyle, anlamsız hal ve hareketleri yaparak milyonlarca insanın hayran olabildiği vasıfsız kişilerin toplumdaki popülerliklerini sosyolojik olarak da düşündüğümüzde benim ulaştığım tek bir sonuç var.  Bana göre tüm bu konulardaki benim gibi düşünenlerinde fikirlerini en iyi şekilde açıklayan söz şu olsa gerek: “Denize bak ibret al, çer çöp üstedir inci dipte.”

Aslında tüm bunlar toplumda değer gördüğü ve ilgi duyulduğu için bu şekildedir. Kısacası gerek televizyonlarda görüp toplumsal manada da eleştirdiklerimiz, yine sosyal medyada gördüklerimiz ve hatta elimize tutuşturulan telefonlarda karşımıza çıkanların her biri aslında kendi alanlarında toplum olarak bizim değer verdiğimiz şeyleri tekrar bize yansıtan bir aynadır.  TRT arşivlerindeki geçmiş programlarda bulunan o naif yapımlar, oradaki yarışmalarda konuşan insanlar, dahi bundan kısa bir vakit zaman önceye kadar bile insanların konuşma üsluplarındaki birbirlerine olan saygıları ve düzgün cümleleri şu günlerde bulmak maalesef zorlaşmıştır. Hiç şüphesiz ki zamanı geri getiremeyeceğimiz gibi gelişen teknoloji ve sosyo-kültürel yapı bizi toplumsal olarak da farklı yerlere götürmektedir. Tüm bunlara elbette sosyo-ekonomik nedenlerde bir etken olabilmektedir. Çünkü hayat içerisinde dijital baskılardan ötürü böylesi herkesin can attığı bir yarışın içinde olarak bu yarışı sürekli devam ettirtmek için ekonomik durumunuzun da iyi olması gerekir. Ekonomik şartları iyi olmayanların, etik olmayan hatta birçok konuda abartılı olan zaman zaman ise israf derecesinde lükse özenti olan paylaşımları görmeleri kendilerine ve etrafındakilere zaman içerisinde farklı şekilde davranmalarına neden olabilir. İnsanların içinde bulundukları veya bulunabilecekleri bir takım ruhsal sıkıntıları da doğurabilir. Kısacası böyle konularda toplumumuzda olan bazılarının deyimiyle kendilerince birilerini çatlatmak isteyenler ve kendilerini ancak bu şekilde ifade edebilme vasfında olanlar, tanımadığı birçok insana da dolaylı olarak zarar veriyor olabilirler. Belki bir sabah ruhsal sıkıntılarından ötürü etrafa dehşet saçtı gibi başlıklarla yazılmış ve buna benzer tarzdaki birçok haberlerin derinliklerinde yukarıda bahsettiğim dolaylı konular vardır. Tabi ki yıllar geçtikçe de değer yargılarımızın değiştiği gerçeği kaçınılmaz bir gerçektir. Bu yüzden de her ne kadar yukarıdaki ihtimal bir gerçeklik içerse de maalesef günümüzde herkes tarafından üzerinde hassasiyet gösterebilecekleri bir husus da değildir.

Eskiden yapılması, söylenmesi durumunda rezil olabileceğiniz veya toplumsal manada saygısızlık içerdiği için toplum nezdinde dışlanabileceğiniz durumlar maalesef yıllar geçtikçe geldiğimiz bu günlerde değer gören, aranan hatta alkışlanan bir konuma getirilmiştir. Eskiden yapılması veya söylenmesi durumunda hem dini hem de kültürel manada sahip olduğumuz değer yargılarımız bakımından önemli bir şekilde tepki gören durumlar; aradan geçen yıllarda tamamen tersine dönmüştür. İşte eskiden toplumsal olarak her anlamda sizleri rezil edip dışlanmanıza neden olabilecek tüm konular, bugün içinde bulunduğumuz bu dönemlerde hem sosyal medya da hem de televizyonlarda en büyük ilgi çeken konulardır. Tüm bunlarda her alanda en önemli reyting malzemesi olarak kullanılmaktadır.

MESLEKSEL ANLAMDA BAZILARI TÜM BUNLARLA İLGİLİ OLAN KONULARDA DA NEDEN TEPKİ VERMEDİĞİMİZİ SÖYLÜYORSA;

Bazıları Türkiye’den yayın yapan televizyon programlarında çoğu zamanda sosyal medyada yer alan ahlaki ve etik olmayan konularla ilgili neden herhangi bir tepki vermediğimizi düşünüyor olabilirler. Aslında durum sadece Türkiye’den ibaret değildir. Batı televizyonlarında etik ve ahlaki olmayan birçok program bulunur. Hatta bazı televizyon kanallarında çok daha büyük ahlaksızlıklar ve etik olmayan yayınlar mevcuttur.

Dünya genelinde biri bizi gözetliyor tarzında bilinen farklı şekilde programlarda mevcuttur. Bunlara daha çok para ödeyerek ulaşılabilmektedir. Kim Kardashian’ın asla tek saniyesini bile izlemeye değer bulmadığım biri bizi gözetliyor tarzındaki gösterisi ve kendisinin nasıl bu günkü şöhretini elde ettiği tüm dünyaca iyi bilinir. Hatta ilgi ile takip ederek izleyenlerin onun tüm bu kazançlarında da payı büyüktür.

Türkiye’ye dönecek ve kendimize bakacak olursak mutfak sanatları açısından gerek sosyal medyada gerekse televizyonlarda bahsi edilen ve dönemsel olarak hedef gösterilmek istenen bu kişilerin bir kısmı daha piyasada tanınmıyorlarken bizim onlara olan tavrımız netti.

Bizim yani babam rahmetlinin mesleğimizin ahlakını ilgilendiren konularla ilgili duruşu, kendi değerlerimizle beraber Türk örf ve adetlerimize olan yüksek derecede hassasiyetli yaklaşımı Türkiye’de bir sembol niteliğindeydi. İşte onun o duruşu aradan geçen yıllara ve kendisinin acı kaybına rağmen bugün dahi değerinden hiçbir şekilde eksilmemiş bir vaziyette olarak halen devam etmektedir.

Bundan 11 yıl önce bu günkü gibi Türkiye’de tanınmayanlar ancak şimdilerde televizyonlarda ve sosyal medyanın da gelişmesiyle buralarda boy gösterenlere bizler yıllar öncesinden de net tavrımızı göstermiştik. Türk halkının büyük bölümü şimdi güya bunlara kızıyor veya tepki gösteriyor deniyor. Paylaşılan videoların altına yapılan tepki niteliğindeki yorumlara tercüman olmamız bekleniyor. Tüm bu konularda bizlerden ya da söyledikleri gibi başka mecralardan da tepki gösterilmesini bekliyorlar.

Ancak bu kişilerin mesleğimize, usta-çırak ilişkilerine, örf ve adetlerimize karşı olan saygısız ve aşağılayıcı tutumlarına ben tam olarak bundan 11 yıl önce saygı çerçevesinde söylenmesi gereken her şeyi açık olarak tıpkı rahmetli babam gibi söylemiş ve hiçbir gerçek veya tüzel kişinin veremediği tepkiyi tek başıma vermiştim.

O günler Babamı yeni kaybettiğim zamanlardı, zor günlerdi. O gün 20 yaşlarındaydım. Tüm bunların neticesinde önce beni kutlayıp tebrik edenler, 26 Ağustos 2009’da bana “piyasadan silinirsin” diyerek 30 Ağustos 2009’a kadar her türlü baskıyı yapmışlardı. Bu baskılarının ve tehditlerinin nedenleri ise tüm bu yazı içerisinde ifade ettiğim değerlerimizi savunuyor olmamdı.

Yıllar önce rahmetli babam ve ben, o günlerde hem kutsal bildiğimiz değerlerimizin gereği olarak hem de mesleğimizin bir gereksinimi olarak; Türk halkının ya da bazı meslektaşlarımızın daha yeni yeni bu günlerde verdiği bazı cılız tepkileri her alanda tüm manasıyla yüksek bir sesle vermiştik. Bunu da sektörde hatırlayan birçok kişi iyi bilir.

İlgili tüm bu konularda rahmetli babam şef Zeki Gülyiyen’in verdiği haklı tepkileri, duyguları, düşünceleri sektörde bazı kesimlerce desteklenmiştir. Ancak yeterli anlamda bir destek olmamıştır. Sektörle ilgili olarak kurulmuş olan ancak böylesi önemli konularda her zaman atıl vaziyette kalmış bazı STK’larca ilgili konular kasıtlı olarak görmezden gelinmiştir. Türkiye’de meslek etik anlayışıyla ilgili olarak çalışması gerekenlerce pek karşılık bulmamıştır. Sadece rahmetli babamın kurmuş olduğu ATAD (Anadolu Aşçılar ve Turizm derneği)  bu konularda insanlarımızı ve Türkiye kamuoyunu bilinçlendirmeye gayret göstermiştir.

Bunun dışında ise abartısız olarak söylüyorum; Türk mutfağını, Anadolu mutfağını, usta-çırak ilişkisini ve mutfak sanatları mesleğinin ahlaki değerlerini güya sektörde önde geldiklerini söyleyen gerçek-tüzel kişi veya kişilerce de tepki verilmesi gereken böylesi önemli konular asla gerektiği şekilde ele alınmamıştır. Bu konularda mesleğimizin ahlaki ve kültürel etik değerlerini savunmamız gerekirken, ortak bir tepki ortaya koyabilmek icap ederken ilgili konular güya bu günlerde de yukarıdaki değerleri savunduklarını iddia eden kişilerce kişisel çıkarları için görmezden gelinmeye devam etmektedir.

O yüzden tüm bunların bir kıymeti harbiye’sinin olabilmesi için evvela gerçek manada egolarından arınmış, her şeyi hep ben bilirim diyen mesleğimizle ilgili olarak bazı federasyonların veya derneklerin başlarında uzun yıllardır bulunanların kendilerini aşarak dünyaya farklı pencerelerden ve mümkünse yabancı özentisi olmadan tamamen kendi öz kültürümüz açısından bakabilmeleri gerekir.

Bana göre gerek yurt içinde gerekse küresel anlamda Türk mutfağı için kayda değer bir proje ortaya koyamamış olarak yıllardır bu STK’ların başında oturanların dönüp geriye gerçek anlamda bir muhasebe yaparak bakmaları gerekir. Bu konuyla ilgili olarak da bu güne kadar uzun yıllarca aynı koltukla mutfak sanatları alanındaki tüm ilgili STK’ların başında duranlara Türk mutfağına ne kattıklarına dair bir soru soracak olsak, kendilerinin cevabı acaba ne olurdu diye bir düşünelim. Her halde kendilerinin çoğunlukla övündükleri şeyler büyük ihtimalle bunların verecekleri yanıtlar olurdu. Festivaller, yarışmalar, toplumsal organizasyonlar, ilçe nüfusunu aşan ve işin perde arkasında büyük israflara yol açmış olan rekor denemeleri bu zatların Türk mutfağı adına en fazla övündükleri faaliyetleri ve güya projeleri diye nitelendirilerek sorumuza cevap olarak gösterilirdi.

İşte geldiğimiz şu günlerde de Covid-19 ile zorunlu olarak engellenmiş olan sadece birilerinin belirli kişisel çıkarlarına hizmet amacındaki böylesi bazı toplumsal israf ve reklam faaliyetleri uzun yıllardır Türk ve Anadolu Türk mutfağına en faydalı projeler ve organizasyonlar olarak gösterilmiştir. Oysaki hem dünyadaki gerçek hem de ülkemizdeki değişmesi zorunlu olan anlayış tamamen bambaşka ufuklara bakmamızı gerekli kılıyordu.

Bu kişilerin yukarıdaki olası yanıtlarının içerisinde ise gerçek manada akademik bir vizyon oluşturabilmemize olanak sağlayacak bir girişim ya da anlayışlar asla bulamayız. Bunların olası yanıtlarının içerisinde mutfak sanatları açısından da ülke mutfağımıza küresel anlamda bilimsel katkılar sağlayabilecek tek bir çalışmaları veya projeleri dahi cevap olarak yer almazdı, alamazdı. Çünkü bu zatların zihniyetleri ve bazı şeylere baktıkları dar ufukları daha çok kendilerinden başarılı olanları ya da olabilecek olma ihtimali olanları engelleyebilmek üzere uzun yıllardır değişmemek üzere sabit bir şekilde kurgulanmıştır.

Bu şekilde hem oturdukları koltuklarda daha fazla oturabilirler hem de kendilerince hâkim oldukları sektördeki piyasada istedikleri adamlarını istedikleri yere getirip, istemediklerini ise kendi deyimleriyle piyasadan silebilirler. Bunlar oturdukları yeri ve iddia ettikleri sözde başarılarını belirli bir işletmeye yıllarca kapak atmış bir şekilde bulunmak suretiyle ancak bu şekilde muhafaza edebilirlerdi.

Gerek ülke içinde gerekse küresel anlamda Türk mutfağını ve mutfak sanatları mesleğimizi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren tüm ilgili konularda gerektiğinde gerekli konuların yılmaz savunucuları olmaları gerekenlerin durumları malumdur. Gerektiğinde de bütün camiayı kucaklayarak el ele ortak hareket etmeye teşvik etmesi gerekenler maalesef uzun yıllardır boşu boşuna oturdukları yerlerde gaflet içinde oturmuşlardır.  Buralarda boşu boşuna koltuk işgal eden zatlar ne zaman emekli olurlar veya ne zaman koltuk sevdalarından kurtulurlar orasını bizler bilemeyiz. Ancak şurası bir gerçektir ki olması gerektiği şekilde gerçek anlamda Türk mutfağını bir dava olarak sahiplenerek bunun için çalışamamışlardır. Hem dünyaya hem de gelişen şartlara ayak uydurarak geleceğimiz için, Türk mutfağı için gerekli projeleri ve vizyonu ortaya koyamamışlardır. Çünkü onlar daha çok dünyalık kişisel çıkarları için,  o STK’ların başında, o çok sevdikleri koltuk ve makam adlarıyla boşu boşuna yer işgal etmeye meraklı olmuşlardır..

Şimdilerde de uzun zaman önce el ele verilerek verilmiş olması gereken bazı tepkilerin bizim tarafımızdan verilmemiş olduğunu kimse iddia edemez. Buna yazılı kaynaklar ile arşivimizde de yer alan birçok belge tarihsel olarak da delil niteliği teşkil etmektedir.

Sektörde yerine göre mangalda kül bırakmayanların bu mevzularda da konuşmaları icap etmiş olanların tek kelime söyleyemediği iyi bilinmektedir. Tüm bunlarla ilgili olarak geçmişte de bizlerin yaşamış olduğu tüm sıkıntılara rağmen ilgili konularda yılmadan ortaya koyduğumuz güçlü irade herkesçe malumdur.

Ancak mesleğimizi temsil konumunda bulunduklarını iddia edenlerin ve hatta mesleğimizle ilgili gelecek nesilleri doğru bir şekilde bilinçlendirmesi gerekenlerin bırakın böylesi önemli konularda tepki vermesini ya da bir takım adımlar atmasını üstüne üstlük daha da böyle kepazeliklere çanak tutukluklarını görürsünüz.

İşte bu yüzden bu gün bizlere bu konularda güncel olarak bazı yeni argümanlar ile tepki vermemiz konusunda yakınarak talepte bulunan kardeşlerimize de bir şeyler söylemek istiyorum.

Bazen yerine göre bazı hayvanların bile bir takım konularda aklımıza dahi hiç gelmeyecek ya da bizlere bir yaşıma daha girdim dedirtebilecek bir adabı, bir etik şeref anlayışı var. Ancak bizim mesleğimizde ve çoğu meslekte ilgi çekmek için televizyonlarda soytarılık yapanlara, insanları ve nimetleri yakışıksız olarak türlü şekillerde aşağılayanlara “medya maymunu” demenin de asla doğru bir terim olmadığını yukarıda ifade ettiğim düşüncemden ötürü kesin olarak vurgulamak istiyorum.

Bunlara tepkili olanların bu kişilere lakaplar takmaları ve o doğrultuda yorumlarda bulunmaları asla doğru değildir. Bu adamların ne olduğunu bile bile bunlara değer vererek onlara prim yaptıranların hiç mi suçu yok diye düşünmemiz icap eder. Hem eleştireceksiniz, hem de akşamında ve sabahında hep takip edip, izleyip bunlara kendiniz prim yaptırtacaksınız.  Böyle bir anlayış maalesef sadece belirli bir kültür seviyesinde bulunamayanlara ve kişisel prensipleri gelişmemiş olanlara göredir.

Demem o ki sizler gerçek manada neye değer veriyorsanız onu hak ediyorsunuzdur. Ve bu programları hazırlayanlar ya da sosyal medyalarda tepki verdiğiniz tarzda paylaşımları yapanlar aslında sizin tepki verdiğinizi zannettiğiniz şeylerle size bir ayna tutuyorlar. Bu tutulan aynaya sürekli olarak bakanlar o aynalarda gördüklerini tasvip ederek onaylayanlardır. Bu aynaları tutup güya tepki verdiğiniz şeyleri sizlere yaparak izletenleri tüm o tepkilerinize rağmen takip ediyor olabilmenizin tek bir açıklaması olabilir. O da olsa olsa şu olur: böyle yapan kişilerin söyledikleri sözlerde ve verdikleri tepkilerde ne kadar tutarsız olduğudur.

Türk milletinin değerleriyle her anlamda oynamaya çalışanlar ve bu konuda gerek sosyal medyada gerekse bazı televizyon kanallarında başarılı olabilmiş olanlar maalesef mesleğimizi de bu ahlaksızlıklara yıllardır alet ediyorlar. Bunlara göz yumanların tek dertleri ise değerlerinizi yozlaştırarak reytinglerini dolayısıyla sizin sırtınızdan da ceplerine koydukları kazançlarını artırmaktır. Hem bunu bileceksiniz hem de bunlara prim yaptırtacaksınız. Ancak önünüze dünyalıklar attıklarında da koşa koşa bunların peşlerinden gideceksiniz. Şu halde elinizdeki telefonlarda çoğu zaman rast geldiğiniz şekilde mesleğimizin de alet edildiği bir ahlaksızlık, saygısızlık, hakaret var ise bunun nedenlerini önce kendimizde aramalıyız. Hatta bunlar arasında yerine göre çocukların dahi uzak tutularak görmemesi gereken tarzlarda erotik paylaşımlar bile var ise; suçu sadece bu paylaşımlara mesleğimizde alet ederek yayımlayanlarda aramamak lazım.

Toplumsal olarak aramamız gereken cevaplar olduğu gibi birçok yönden düşünmemiz gereken dolaylı sosyolojik kültürel konular da ortaya çıkmaktadır. İşte o yüzden bunları yapanların suçu varda bunlara pirim yaptırtanların hiç mi suç yok diye kendimize de sormalıyız.

Ne güzel demiş Hz. Mevlana “Bozuk olunca maya, ne ar tanır ne de hayâ. Her şeye canını sıkma ey gönül, ne bu dertler kalıcı, ne de bu ömür.”

Müslüman olduktan sonra Arapça El-Hacc Mâlik el-Şahbâz adını alan Amerikalı siyasetçi ve insan hakları savunucusu şehit Malcom X şöyle söylemiştir. “Eğer dikkat etmezseniz medya, sizin iyi insanlardan nefret etmenizi, kötü insanları ise sevmenizi sağlar.”

Bir güzel sözde Necip Fazıl söylemiş “Bir insanda yok ise edep, ne eylesin medrese mektep! Okusa âlim olsa, yine merkep, yine merkep!”

Oysaki ne insanlar vardır belki hiç okul okumamışlardır amma baştan aşağıya ilim ve kültür söyler dilleri. Ne insanlar vardır bilemezsin. En iyi okullarda okumuşlardır, önemli yerlerde tahsil görmüşlerdir ancak hayatında hiç mürekkep yalamamış birinin lambasından çıkan ışık o tahsillilerin lambasından çıkamaz. Hiç şüphesiz ki yüce Allah ilimi de, imanı da, kültürü ve ahlaki değerleri de diğer her şeyi olduğu gibi dilediğine vermektedir.

Saygı ve sevgilerimle Hoşça kalınız.

Tolgahan Gülyiyen

logo-tolgahan.jpg

 

 

 

logologo3wtca1logo tolgahanzg logo